Yazdır

B/II

MEKKÎ WAHY

Qur'ân Sûreleri'nde Merhaleler

İlk İnen Vahiyler'den:

01.  096/el-Alaq

02.  068/el-Qalem

03.  073/el-Müzzemmil

04.  074/el-Müddessir

05.  001/Fâtiha:

06.  111/Mesed:

07.  081/Tekwir:

08.  087/el-A'la :

09.  092/el-Leyl

10.  089/el-Fecr:

11.  093/ed-Duha:

12.  094/el-İnşirah

13.  055/er-Rahmân:

14.  103/el-Asr:

16. 100/el-Adiyât:

18.  102/et-Tekâsür

25.  053/en-Necm

Orta Dönem Sûreler'den:

26.  080/Abese

28   091/eş-Şems

30.  095/et-Tin

32.  102/el-Qâria

33.  095/el-Qıyâme

36.  070/el-Mürselât

38.  090/el-Beled

59.  015/el-Hicr

Geç Dönem Sûreler'den

61.  037/es-Saffât

74.  018/el-Kehf

77.  014/İbrâhim

Siret'in Mekke Dönem'i

A.Müşrik Araplar'ın Dawet'e Karşı Konum'u

1.İlk Adımlar

2.Rasûl ve Mekke Liderler'i

3.Qur'ân'ın, Mekke Liderleri'yle Mücâdele'si

4.Müşrik Liderler'den Katı Davrananlar

5.Azgınlar'a Gönderilen Azap

6.Müşrik Liderler'den Ölçülü Davrananlar

7.Genel Bir Değerlendirme

8.Qur'ân'ın Müşrik Arap Kültürü'nü Eleştirisi

9.Müslümanlar'la Kâfirler Arasındaki İlişkiler

B.Kafirler'in Rasul'e Başkaldırmaları

Kâfirler'in Rasûl'e Karşı Çıkışları ve Mu'cize İstekler'i

C.Baskılar, İşkenceler ve Hicret

1.Baskı ve İşkenceler

2.Habeşistan'a Hicret

3.İlk İrtidat Olaylar'ı

4.Yoğunlaşan Baskılar ve Yesrib'e Hicret

5.Hicret Etmeye Güç Yetiremeyenler

D.Dâwet'in Getirdiği Sıkıntılar

Sıkıntılar'ın Neden'i

Sabır Tawsiye'si

E.Mekke Dönemi Müslümanları'na Toplu Bakış

1.Mekke'de Müslümanlar'ın Sosyal Yapı'sı

2.İmân Etmeyen Araplar'la İlişkiler

BÖLÜM: EHL-İ KİTAP

A.Mekke Dönemi'nde Ehl-i Kitab

1.Qur'ân'da Ehl-i Kitab

2.Ehl-i Kitab'ın Qur'ân'a Bakış'ı

3.Ehl-i Kitab'ın İhtilaflar'ı

Qur'ân Sureleri'nde Merhaleler:[1]

Târihçi ve Müfessirler'in, ilk inen Sûreler olduklarında ittifak ettikleri Sûreler şunlar:

096/el-Alaq,

074/el-Müddesir,

081/et-Tekwir,

082/el-A'la,

092/el-Leyl,

094/eş-Şerh,

100/el-Adiyât,

102/et-Tekâsür,

053/en-Necm.

Ara Merhale'de İnenler:

080/Abese,

095/et-Tin,

101/el-Qâria,

075/el-Qıyâme,

070/el-Mürselât,

090/el-Beled,

015/el-Hicr

Son Merhale'de İnenler:

037/es-Saffat,

043/ez-Zuhruf,

044/ed-Duhan,

051/ez-Zariyat,

018/el-Kehf,

014/el-İbrahim,

032/es-Secde

Bu 3 Grub Mekkî Alametler'i her ne kadar açıkça taşıyorsa da Muhtewa ve Uslub Yönü'nden Basit bir Takım Farqlılıklar arzetmektedir. Oysa her gurub hatta onlardan her Sûre başlı başına fikri bir Bütünlüğe Sâhip'tir. Özet olarak ve şöyle bir göz atışla yapacağımız tahlilde Gözümüz'e çarpacak olan, Lafızları'nda, Fasılalası'nda ve Muciz  Âyetleri'nin anlattığı Aqıdelerinde ortaya çıkan en Bâriz Âlametler'e İşâret etmeden öteye geçemez.

İlk İnen Wahiyler'den:

1.096/el-Alaq:

Qur'ân'ın ilk inen Sûre'si olan el-Alaq'da, İnsanlığın Târihi'nde Şâhit olduğu ve İnsanlığı Göğe ve onun Sırları'na ulaştıran, yeni bir Doğum şeklinde doğan Canlı ve Büyük bir Olay'ı Taswir ediyor. Sûre'nin ilk Bölüm'ü Allâh'ın Elçi'si Muhammed'i Yüce Âlem'e ve Allah'ın Adı'yla okumaya yöneltiyor.[2] Doğuş da O'ndan, Dönüş de O'na. Varlığın Sırları'nı öğretmekle İnsan'ı yücelten de O. Bu burada "Qalem"den bahsetmesi, İlim ve Öğretme İşâreti'dir. Oysa O, İnsan'ı basit bir şey'den, katılaşmış ve Korunaklı bir yer'de, Rahim'e yapışık bir Kann'dan yaratmıştır.

2.068/el-Qalem: 1-4, 5-7,15,

3.073/el-Müzzemmil:1-19

4.074/el-Müddessir:1-17

Müddessir Sûresi'nin Başlangıcı'nda- daha önce gördüğümüz gibi Wahiy Fetreti'nden sonra inmiştir. Allâh Peygamberi'ni Uyku'su olmayan bir Kalkış'a ve Tembelliği bulunmayan bir Aksiyon'a çağırmaktadır. Yatağından bir Silkiniş'le sıçrasın ve Sıcak Örtüler'i bir tarafa atsın. Çünkü Önünde Uzun ve Ağır bir Mücâdele vardır. Yakın Tehlike, yol'dan sapmışları ve gafilleri kolluyor. Peygamber'in, Yüce Rabbini büyük görerek ve bu varlıktaki her türlü komployu küçümseyerek, niyetinin paklığına alamet olsun diye elbisesini temizleyerek, her türlü Şirk ve pislikten uzak durarak, azabı gerektiren her şeye amansız savaş açarak, minnetsiz ve böbürlenmeksizin mücahidlerin ulaşabilecekleri fedakarlığın en alasında bulunarak uyuyanları uyandırması onun için bir görevdir.

5.005/Fatiha:

6.111/Mesed:

7.081/Tekwir:

Tekvir suresi akıde ve imanla ilişkisi kesik olmayan üç hakikati dile getirmektedir: Kıyamet günü kevni ınkılab hakikatı, ebedi vahiy ve alem şumul davet hakikati, bir de Alim ve Hakim olan Allah'ın meşiyetine bağlı olan insani irade hakikatı.

Kevni ınkılaba gelince, surenin henüz başında dehşet verici bir şekilde görünmektedir. Soğuyup alevi sönen güneş. Darma dağın olmuş ve parlaklığını yitirmiş yıldızlar. Kökünden sökülen; rüzgarın önünde savrulup seraba dönüşen ve bulutlar gibi hareket etmeye başlayan dağlar. 10. yaşına girmiş hamile develer korkudan her yerde yavrularını düşünüyorlar. Oysa bunlar, Arab için ihtimam gösterilmesi gereken en değerli develerdir. Her biri bir vadide dolaşan vahşi hayvanlar korkudan bir araya gelmiş saklanacak delik arıyorlar. Suyu alev almış denizler ateş tufanı içerisinde giriyır, alev her tarafı sarıyor. Ruhlar bedenleri buluyor. Katı kalblilikle canlı  olarak gömülen kızlar için hesap sorulacak. Henüz hayatın başlangıcında olan bu kızcağızı bir insan nasıl olur da diri diri gömebiliyor?

Bu kevni ınkılab yine amel defterlerinin açılmasını içeriyor. Ta ki gizli olan hiç bir şey kalmasın hepsi açığa çıksın. Mavi gök kubbe yerinden kayıyor. Cehennem alevlendiriliyor, insan ve taşlardan oluşan yakıtıyla alevi daha da büyüyor. Cennet, damadı kendisine cezbeden gelin gibi süsleniyor ve ehline yaklaşıyor. Neredeyse kollarına atılacak. İşte o zaman insanoğlu önceden kendisine ne hazırladığını görecektir. Azabını hafifletecek azığı da yoktur.

Vahiy ve onun karakteriyle ilgili ikinci hakikate hazırlık olsun diye, anlatım, kainat tablolarından kendisine hayat verilen ve ruh üflenen parlak ve mükemmel tablolara yemin edilerek bir geçiş yapılıyor. Ceylanların süzüle süzüle dolaşıp daha sonra saklanarak ve yorucu koşudan sonra dinlenmek için yuvasına dönüşü gibi gökte dolaşan ve yörüngesinde gizlenmek için dönen gezegenlere, kainatı karanlığıyla kaplayan ve ne kendisini ne de önünü göreni körün sağa sola çarpması ve yolunu bulması için bastonuyla tecessüste bulunan geceye, gecenin gidişinden sonra doğan, aydınlığı görüp karekete geçen, kalbi hayata açılıp çarpmaya ve nefes alıp vermeye başlayan sabaha yemin ediliyor. Allah, bu canlı tablolara uemin ederek: "Vahye Muhammed'in her hangi bir müdahalesinin bulunmadığını, göğün emanetini insanlara getirebilecek durumda olan yüze bir Meleğin, Arş'ın sahibinden aldığı telkinatıyla hareket ettiğini belirtiyor.

Yine Allah bu canlı tablolara yemin ederek: Muhammed'in vahiy hususunda güvenilir olduğunu, üstün bir akla sahip bulunduğunu, kendisine Peygamberlik gelmeden önce Mekkeliler arasında 40 yıl yaşadığını ve bu hayat dönemi içerisinde kendisine es-Sadıku'l-Emin ismini verdiklerini, işte o güvenilirliğiyle aralarında şöhret bulan Muhammed'in kendi gözleriyle, gözün kaymadığı apaçık ufukta vahyi gördüğü söylediğini belirtiyor. Nasıl olur da şimdi ondan şüpheleniyor ve bir takım zanlar ileri sürüyorlar? Nasıl oluyor da onun bir deli olduğunu ve bu vahyi kendisine şeytanların getirdiğini söyleyebiliyorlar?

Bu bölüm kendisinde Allah, Mekke'lilere bu vahyin sadece onlara hitap etmediğini, aksine alemşumul bir davet olduğunu [3] hatırlatarak bugün için ona ve kadar karşı koysalar da, mü'minleri kovsalar da er geç başarıya ulaşacaklarını bildiriyor. Hakkı ve hidayeti bulmak isteyene bu davanın kapısı ardına kadar açıktır.Takdir eden ve doğru yola ulaştıran sadece O'dur. İnsana irade veren de O'dur. İnsanoğlu kendisine verilen bu irade olmasaydı teklif ile şereflenmezdi.

8.087/el-A'la:

A'la Suresi'nde herşeyi yerli yerinde yaratan, ona yol çizen ve varlığının sebebini bulmayı ona bahşedenin ismini yüceltmekten yeryüzünde her canlıya yeşil ottan ve siyaha çalan kurumuş ottan rızkını takdir ederken yarattıklarındaki bazı eserlerini arzetme, Qur'an'ı Peygamber'e ezberletme ve Peygamber'den bir çaba olmadan hiç bir harfi yitirmeksizin, hiç unutmaksızın onu kalbine nakşetme hususundaki Rabbani kefaletten bahsedilmektedir. Çünkü ezberlemek de unutmak gibidir. Her ikisi de hiç bir şeyle kayıtlı olmayan ilahi meşiyete bağlıdır. Her zaman yanılma ve unutmaya maruz olan insana bağlı değildir. Ayrıca bu kolay daveti taşımak için Peygamber'e ve mü'minlere kolaylık gösterileceği, bu büyük emaneti  yerine getirebilecekleri müjdesinden söz edilmektedir. Yine bu mukaddes dava karşısında insanların takınacağı değişik tavırlar anlatılmaktadır: Onlardan bir kısmı Allah'a inanıyor, O'nun rahmetini diliyor ve azabından korkuyor. Bir kısmı bu dünyada kendi kendisine kötülük ederek bedbahlaşıyor, Ahirette şiddetli ve acıklı azaba çarptırılmasına sebep oluyor: Cehennemde ne ölüp rahatlayacak ve ne de huzur ve güven içerisinde yaşayacaktır. Surede ayrıca selim her fırsat sahibine, kurtuluşun temizlikle, hüsranın da pislikte olduğu ifade edilmekte ve dünyanın geçiciliğiyle ahiretin ebediliği konusunda insanlar uyarılmaktadır. Surenin sonunda ise, dinin birliği hatırlatılmaktadır. Onu Muhammed'in kalbine indiren Yüce Yaratıcı daha önce Peygamberlerin atası Hz. İbrahim ve Hz. Musa'ya da benzerini indirmişti. Hepsinde akıde ve talimat birliği vardır. kaynakları da birdir ve alemlerin Rabbı Allah'tır.[4]

9.092/el-Leyl:

Leyl Suresi'nde Allah, gece ve gündüzün değişmesine ve erkekle dişinin yaratılmasına yemin etmektedir. İnsanların hayatta tuttukları yollar değişik olduğundan varacakları yerler de değişik olacaktır. Nasıl aydınlık olan gündüz karanlık olan gecenin karşıtı ise ve latif dişinin karakteri katı erkeğin karakterine ters düşüyorsa, Muttakilerin hareketleri de kötülerin hareketlerine ve mükafatları da onların cezalarına terstir. Allah ancak O'nun yolunda infak edip O'ndan sakınan kalbden razı olur.

10.089/el-Fecr:

11.093/ed-Duha:

12.094/el-İnşirâh:

el-İnşirah Suresi'nde ince ve tatlı bir münacat vardır. Onda Allah Peygamberinin içinde bulunduğu ve belini çökertip nerdeyse altında ezileceği yükü gideriyor. Bu sıkıntıların son bulacağına, yer ve gökte şanının yüceltileceğine, sabah-akşam adının kendi adıyla beraber anılacağına dair müjde veriyor, dünya meşgalelerinden her uzak kaldığında uzun davet yolunda kendisine ibadet etmesini öğütlüyor.

13.055/er-Rahman:

14.103/el-Asr:

16.100/el-Adiyat:

Adiyat Suresi'nde Allah, savaş sahasında kişneyerek  saldıran, nalından ateş kıvılcımları sıçrayan, düşman saflarına yaklaşırken tozu dumana katan, savaş sahasında  sağa sola koşan ve savaş saflarında korku salıp onları kaçmaya zorlayan atlara yemin etmektedir. İşte Allah, insanın Rabbının nimetini inkar ettiği ve bu inkarına dair insanın kendisinden şahit getirip kişneyerek saldıran coşmuş atlara yemin ediyor. İnsanı nimetin küfranına sevketen ise, üzerinde yaratılmış olduğu mal ve dünya metaı sevgisidir. O halde insan kendisini bunun zincirinden kurtarmalı, hayaliyle varacağı kesin sonuca seyahat etmeli, kendisinin ve insanoğlu kardeşlerinin mezarlarından kalkışlarını seyretmelidir. Kabirleri açılmış, kalblerindeki sırlar açığa vurulmuştur. Rableri, gizlediklerini ve inkarlarını yüzlerine vurmaktadır. Artık daha önce yaptıklarından dolayı kötü azap ile cezalandırılmaktadırlar.

18.102/et-Tekasür:

Tekasür Suresi'nde mal ve çocukların çokluğuyla övünen, nihayet dar mezarlara giderek oradakileri de sayıp sayılarını çoğaltmaya çalışan gafillere dehşet verici bir uyarı vardır. Ama  kabirlerin o karanlık çukurlarında yarışma fırsatını bulamazlar. Bu boş şeylerle uğraşmalarından ve uzun süren bu sarhoşluklarından sonra bu korku onları yakalayacak ve uyanacaklardır. Ama iş işten geçmiştir. Kendi gözleri ile cehennem azabını göreceklerdir. - Bu acıklı ve kalıcı bekliyor oldukları halde- ellerine geçen türlü türlü nimetleri küçümsüyorlar.

25.053/en-Necm:

Necm Suresi'nde de vahyin hakikati, alınış şekli, vahiy meleğinin hakikati ve iniş uslubu hakkında mükemmel bir tasvir vardır. Putperestlere ve putlarıyla alay edilmektedir. Melekler hakkında Arapların inançları tashid edilmekte ve bütün Peygamberlerin aynı inanç kurallarıyla gönderildiklerine dikkat çekilmektedir. Hepsi aynı mesuliyet ve ceza kurallarına davet etmiştir. Ayrıca başı boş bir hayat yaşayan ve herşeye gülüp geçenler uyarılmakta ve bu dünya hayatının geçiciliği hatırlatılmaktadır. Kendilerinden her inatçı zalim göçüp gittiği gibi onlar da gideceklerdir.

Allah, Muhammed'in Rabbından aldıklarını  tebliğ ettiğine, sapık yolları değil doğru yolu gösterdiğine, dosdoğru olup aldatma yollarını bilmediğine dair, parladıktan sonra battığı zaman yıldıza yemin etmektedir. Aksine, bu vahiy kendisine gelmeden önce kavmi arasında bir hayat boyu geçirdi. Onun ne bir kötülüğüne şahit oldular, ve ne de bir yalanına. O halde kendisine inen vahiyden de şüphelenmenin anlamı yoktur. Kendisine vahyi taşıyan melek ise, çetin kuvvetlere sahiptir. O heybetli görünüşüyle ufku kaplamıştır.[5] Bu ümmi Peygamber'e onunla karşılaşma müyesser kılınmıştır. İki defa onu asıl sureti üzere görmüştür. Bunlardan biri, vahyin ilk başlangıcında vukubulmuştur. Diğeri ise, onunla gerçek bir seyahatte bulunduğu İsra ve Mirac gecesi vukubulmuştur. Peygamber bu seyahat esnasında Rabbinin büyük ayetlerine şahit olmuş ve Sıtretu'l-Munteha'ya kadar varmıştır.[6] O Sıdretu'l-Munteha ki, mahlukatın varabileceği son sınırdır. Evvelkilerin ve sonrakilerin ilmi onda son bulur. O halde orası sıddıkların, meleklerin ve mukarrabin'in ruhlarının barındığı müttakiler Cenneti Firdevs'in derecesine yakın bir derecededir.[7] Artık gördükleri hususunda Muhammed'e kim karşı koyabilir? O'nun gözü oradan ne kaydı ve ne de aştı.

Vahiy sabit ve görünen bir hakikat ise de, Arapların Lat, Menat, Uzza ve sair putları vehim ve efsaneden başka bir şey değildir. Bu putların Melek olduklarını ve Meleklerin de Allah'ın kızları olduklarını ileri sürerken sadece ve sadece zanlarına dayanıyorlardı. Bu ayrımda zulümden başka bir şey bilmezler. Onlar haddi zatında kızlardan hoşlanmadıkları halde sevmediklerini Allah'a nisbet ettiler; Allah'ın kulları olan meleklerini dişi kıldılar!

Lakin bazen putlarına ve bazan de meleklere verdikleri bu isimlerin ardında hiç bir anlam yoktur. Onları desdekleyecek ne bir mantık ve ne de bir delil vardır. Peygamber'in bu cahillerden yüz çevirmesi ve kale almaması, yüzünü, yeri ve göğü yaratana yöneltmesi ne kadar da yerindedir. İyilik eden iyiliğinin karşılığını, kötülük eden de kötülüğün karşılığını görecektir.

Mesuliyet ve ceza mefhumları, Allah, Peygamberleri müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdiği günden beri eski ve köklü mehhumlardır. Hepsi aynı inanç inanç kurallarını tebliğ etmeye çağırmışlardır. Her şey eninde sonunda Allah'a dönecektir. Herkes onun huzurunda hesap verecek ve savunmasını yapacaktır. Hz. İbrahim ve Musa'nın sahifeleri bütün bunları anlattığı gibi insanın yaratılışı, hayatı, ölümü, ölümden sonraki dirilişi hususlarında iki çelişkiyi bir araya getirmeye Allah'ın kadir olduğunu da ifade etmişlerdir. Allah insanda gülme istek ve sebeblerini de ağlama istek ve sebeblerini de yaratmıştır. Onu hayata hazırladıktan sonra ölümü de hazırlamıştır. Bir Atım menide erkek özelliklerini yarattığı gibi kadın özelliklerini de yaratmıştır. İkinci diriliş O'nun için, birinci dirilişten daha kolay değil midir?

O halde müşrikler güçlerinin sınırlarını bilsinler ve sapıklıklarından vazgeçsinler. Allah'ın yalancı münkirleri nasıl helak ettiğini hatırlasınlar. Bilsinler ki tehlike, yakındadır. Hakkı batıllarına galip kılmadan Allah'a secde etsinler. Yoksa, kafir oldukları halde can vereceklerdir.

İlk merhalede inen Mekki sureler hakkında söylenebilecek pek çok şey arasından naklettiğimiz bu küçük miktarı aktarırken- muhakkik alimlerce, inanç meseleleri ve bazı talimatı zikretmekle yetindik. İlk merhalede inenler hakkındaki bu tahlilimiz kısa ve seri bir şekilde ise de -arzedilen konular, tasvir edilen tablolara ışık tutmak için yeterlidir. Ayrıca Qur'an'daki bu sureleri uslup özellikleri ile Mekki diğer iki zümre ve Medeni üç zümredeki surelerden temyiz edebilmek için de kafidir.

Bu merhalenin bütün surelerinde vahiy ve din, Allah'ın kudreti ve rahmetinin eserleri, birinci dirilişle kıyasla ikinci dirilişin delillendirilmesi, kıyamet sahnelerinin tasvirleri, daha önceki yalancıların uğradıkları musibetlere benzer musibetlerle müşriklerin uyarılması, mesuliyet, sevap ve ceza  düiüncesinin pekiştirilmesi, Peygamber ve mü'minlerin karşılaştıkları musibet ve belalar karşısında önceki kardeş Peygamberlerin uğradığı sıkıntılar anlatılarak teselli edilmeleri inanç kurallarında din birliği açıklanarak bu mübarek davanın alemşumullüğüne işaret edilmesi gibi konuları rahatlıkla gözlemleyebiliriz. İlk merhalede inen surelerde anlatılan bu konular her ne kadar öeşitli uslublarla ve farklı musiki ahengiyle anlatılmışsa da en bariz olanlardır.

Şayet bu surelerin kendilerine dönüp  teker teker okuyacak olursak hepsinin ayetlerinin kısa ve son derece veciz olduklarını, kainatın çeşitli görüntülerine sık sık yemin edildiğini, emir, nehiy, istifham, temenni ve dileğin çokluğu ve etkili bir anlatımla anlatıldığını görürüz. Kullanılan kelimelerin parlak ve özenle seçildiğine, musikinin bazen sessiz harflerinde bazen de sesli harflerinde tam bir mükemmelitle hakim olduğuna şahit oluruz. Ölçülü kafiyeleri - dehşet verici ahengiyle- bazen hareketli ve dalgalı, bazen de durgun ve sakin. Bazen kökten sökücü ve devirici, bazen bağırıcı ve bazen fısıldayıcı. Manaların muşahhaslaş tırılması ve cansızların canlıymış gibi onlara hareket ve hayat verilerek konuşturulması, onları, renklerle zengin canlı tablolar haline sokmuştur.

Orta Dönem Sûreler'den:

Mekki surelerin orta merhalesinde olduklarına kanaat getirdiğimiz surelerin tahlilini yapmak istediğimiz de bu konu ve uslup özelliklerine sahiptir. Hepsinde bu fikir ve gölgelerin, bu nağme ve musikinin benzerlerine rastlanır. Ancak bazı inanç kuralları arttırılmış ve bazı hakikatler daha ilave edilmiştir. Öyle ki, neredeyse sure, kalb ve kulakları doyuran ulvi bir manzumedir.

26.080/Abese:

Mekki orta merhaleden bir sure.  Henüz başından itibaren kalbleri gerçek değerlere, insanlığın kıyamet günü korku ve hakikatine yöneltmekle Rasulullah döneminin olaylarından birini tedavi ediyor. Sure bu büyük hakikatleri, güçlü etkilere sahip işaretlerle derimlere etli eden değinmelerle, uzun gölgeli resimler ve vurgulu fasılarla tedavi ediyor.

İnanmış biri olan, fakat gözlerinden ama ve fakir bulunan İbnu Ummi Mektum Peygamber'e gelerek ondan Allah'ın kendisine öğrettiklerinden O'na da öğretmesini istemiş ama Peygamber yüzünü ekşiterek başka tarafa çevirmişti. Qur'an bu ferdi olayı ele alıyor ve şiddetli bir şekilde Peygamber'i kınıyor. Onu yeryüzünün değerleri yerine semavi değerleri ve haksız beşeri ölçüler yerine adil şeriat ölçülerini almaya davet ediyor. Allah bu olayı Peygamber'e ve mü'minlere unutulmaz bir ders kılıyor: "Sakın (ha bir daha böyle yapmasın). Çünkü o bir öğüttür. Dileyen onu öğüt olarak alır."

Peygamber bu amadan yüz çevirip yüzünü ekşitmemeliydi. Çünkü bu ama kişi, takvası sayesinde Allah'ın yanında soy, güç ve şöhret sahiplerinden daha değerlidir. İmandan ve takvadan uzak hayat değerlerinin hepsinin hiç bir ağırlığı yoktur.

Değerlerin hakikati işte budur. Hayatın hakikatine gelince onun merhale ve bölümleri vardır. Bölümlerin her birinde, gerek insan, gerek hayvan aleminden canlıların işlerini devam ettirmeleri için gıdaları veriyor. Sağlıklarını koruyor, üzerlerine bol bol yağmur yağdırıyor. Bu yağmur toprak arasından süzülür ve toprağı gevşeterek bitek olmasını sağlar. Bitki için gerekli nemi sağlar ve toprağı yarıp çıkmasına, uzayıp yükselmesine yardımcı olur. Bir bakarsın o bitki öğütülen tane, sıkılan üzüm, taptaze yenen meyve, yağın kendisinden yapıldığı zeytin veya saklanabilen kaliteli hurma olmuştur. Ve bakarsın bitkinin yeşerdiği bahçelerde, ağaçlar birbirlerine sarmaş dolaş olmuş, dallar birbirine karışmış ve insanın zevkle yiyeceği meyvelerle, hayvanın otlayacağı ve açlığını gidereceği otlarla dolmuştur.

İnsan, hayatın ve değerlerin hakikatini bilmeliydi. Çünkü o, hayatın tüm sebebleriyle mücehhez olarak yaratılmıştır. Ama o, zalim ve cahildir. Nimetleri inkar edendir. Basit ve kokmuş bir sudan yaratılışını unutmuştur. Hayat yolculuğunda sıkıntılarını gidererek yolunu kolaylaştıran Allah'ın nimetlerini görmemezlikten gelmiştir. Ölümden sonra toprağın altına gireceğini hatırlamaz olmuştur. Sorumluluklarını yerine getirmemiş ve başı boş bırakılıp hesaba çekilmeyecekmiş gibi inkarına devam etmiştir. İnsanın hakikatı ve onun küfrü ne de hayret vericidir!

Lakin büyük ve korkunç bir hakikat insanı bekliyor. Büyük korku ve dehşet günü, kıyametin kopacağı gün. Kulakların zarları patlayacak, insan onun etkili sesinden başka bir ses duymayacaktır. Vereceği dehşetten en yakın akrabalarını bırakıp oraya-buraya koşuşacaktır. Kendi geleceğinden başka hiç bir şeyle ilgilenmeyecektir. O gün insanlar yüzleri açısından iki sınıftır: Mutlu  olanların yüzü gülecek, neşe ve mutluluktan pırıl pırıl parlayacak. Bedbahtların yüzü ise, hüzün ve kederlerinden mosmor kesilecek. Ne mutlu inananlara! Kafir zalimlerin sonucu ise ne kötüdür.

28.091/eş-Şems:

30.095/et-Tin:

Qur'ân selim ve bozulmamış olduğu haldeki insan fıtratının hakikati ile doğru yoldan saptıktan sonraki hakikatını arzetmek ister. Bunu et-Tin suresinde ve bazı mübarek meyvelere, mukaddes yerlere yemin etme çerçevesi içerisinde anlatır.[8] Allah, insanı şereflendirmek, onu düzenli yaratmış olmak, bedeni azalarını en mükemmel şekilde düzenlemek ve hem ceset, hem de ruh yönünden üstün kılmakla kendisine yaptığı iyiliği hatırlatır. Sonra ruhi yönden ne kadar alçalabileceğini, aşağıların aşağısına nasıl düşeceğini ortaya koyar. Ancak fıtrat ona hayat yollarını aydınlatır, ona iman hakikatini gösterir ve onu iyi davranışlara teşvik ederek nihayet kemale ulaştırır ve onu naim cennetlerine kavuşturursa o başka. Artık insanın hakikati idrak ettikten sonra fıtrat nurunu söndürerek Allah'ın dinini yalanlaması, O'nun hikmetini görmemezlikten gelmesi ve heva ile hevesine uyması yakışır mı?

32.102/el-Qâria:

Qur'an, kıyamet  sahnelerinden birini tedavi edici ve kalbe korku salan dehşet verici ayetlerle izah edip ardından ceza ve hesap sahnesini tasvir etmektedir. Bu heyetiyle her şeyi sarsan "el-Qaria" suresinde cereyan eder. Öyle ki, insanlar onun şiddeti karşısında, hangi tarafa uçacağını bilmeyen ve sağa- sola çarpan bir kelebek gibi şaşkınlaşır ve küçülürler. Köklü dağlar, savrulan ve uçuşan yün gibi darmadağın olur. Ama kişinin ameli iyi ise, bu korkunç ortam içerisinde mutlu bir hayat ümidi içerisinde bulunsun. Ya ameli kötü ise, cayır cayır yanan ateşi ve ebedi helakı beklesin. İnsan, küçük kelebekler gibi sağa sola savurulmaması için  kendisini sağlam kılacak ağırlıklara ne kadar da muhtaçtır.

33.095/el-Qıyame:

Qur'an Qıyâme suresinde, ölümden sonraki dirilişi pekiştirmek ve bu dirilişin münkirlerine cevap vermek üzere korkunç ve topyekun kevn, ınkılabı gözler önüne serer. Böylece Peygamber'in de kalbinde vahiy nakşedilerek gözler  önüne serer. Böylece Peygamber'in de kalbinde vahiy nakşedilerek kökleşir. İnsanoğluna hakim olan bu fani dünya sevgisi onu etkilemez. Veciz  bir şekilde mutlu kimselerin varacakları yer ile kötülerin varacakları yeri izah eder. her vahiy için mukadder olan gelişin sahnesini tasvir eder. İnsana ilk yaratılışını hatırlatır ki, ölümden sonraki dirilişini buna kıyaslasın.

Allah ölümden sonra dirilişin olacağına ve kıyametin hiç şüphesiz kopacağına dair kevni ınkılabı tasvir etmek için bir hazırlık olsun diye kıyamet gününe ve pişmanlık duyup sakınan nefse yemin ediyor. Şayet insan çürümüş kemiklerin toplanmasını uzak görüyorsa, Allah daha büyük ve önemli şeyleri yapmaya da kadirdir: O, parmak uçlarını, tüm çizgileriyle tekrar bir araya getirip eski şekline sokmaya da kadirdir. O halde insanın bu azgınlığı neden? Neden tekrar dirileceğini uzak görmektedir?

Gafil kalbe karşı çıkıp onu köşeye sıkıştıran bu güçlü uslubla ölümden sonraki dirilişin pekiştirilmesi, insanlığın Allah huzurunda hesap verecekleri kevni ınkılab için en uygun mukaddimedir: Kıyamet günü her şeyde ınkılab ne kadar ani olacaktır! Korku ve titremeye kapılmış olan insan sağa-sola kayan gözleriyle bütün kainatı, düzeni bozulmuş olarak görecek. Ne ayın aydınlığı ne de güneşin parlaklığı vardır. İkisi bir araya gelmiş ve sönüp gitmişlerdir. İnsanın da sığınacağı bir yeri yoktur. Daha önce yaptıklarının hesabını vermeye götürüldükten sonra onu o korku ve dehietten koruyacak hiç bir şey bulunmayacaktır.

O, ancak hevasına uyarak, şehvetlerle haşir-neşir olarak ve hazır dünya lezzetlerine dalarak ölümden sonra dirilişi ve hesap vermeyi uzak görür. Ama hayat ne kadar uzarsa uzasın bir sonu vardır. Acele etmek için bir sebeb yoktur. Hatta Rasulullah'ın kendisi bile, insanın alametlerinden biri olan aceleciliğe kapılabilir. Qur'an'dan bir şeyi kaçırma endişesiyle acele edip vahyin hemen ardından diliyle onu tekrar ederdi. Ama o, Peygamberliği sayesinde insanın acelecilik tabiatından yücelsin. Kesinlikle güvensin ki, kalbine vahyi indiren, onu korumayı, bir arada toplayıp açıklamayı da tekeffül etmiştir.

Allah sevgisini bu geçici dünya sevgisine tercih eden ne mutludur! O, Allah'a kesin olarak bağlıdır. O'nun rızasını gözetmektedir. Allah'ın cemalini seyrettiği zaman yüzündeki parlayışta ortaya çıkan yüce ruhi nimeti üstün tutmaktadır! Acil olanı sonra gelecek kalıcı olana tercih eden ve Allah'a itaat etmektense hevasına uymayı üstün tutana gelince, onun varacağı yer ne kötüdür! O, parlak basiret nurundan mahrumdur. Belini bıracak, onu mahvedecek ve acıklı azaba müstehak olmasını gerektirecek musibeti asık ve somurtkan bir yüzle beklemektedir.

Şayet ölümden sonraki dirilişi inkar edenler, hergün gözleriyle müşahade ettikleri ölüm olaylarına bir göz atıp canlıların sevdiklerinden nasıl ayrıldıklarını hatırlasalar ve meçhul bir aleme seyahat etseler, güçlü olan Allah'ın diriyi nasıl öldürebiliyorsa onu tekrar diriltmeye kadir olduğuna inanırlar. Onlar biliyorlar ki, kendilerinden ümit kesilmiş ve can çekişen kimseye hiç bir kimsenin, ilaç ve efsunların faydası yoktur. Can çekişme tablosu kimi ürkütmez! Sevilenlerin göçüp gitmesi kimi üzmez! Varsın insan hayat yollarında böbürlene böbürlene ve kasıla kasıla devam etsin! Dilediğince Haktan yüz çevirsin! Azap onu bekliyor! Allah'ın gazabı ona yönelmiş ve onu pençesine almak üzeredir!

Ölümden sonraki dirilişi inkar edenlere ne oluyor ? Dönüp ilk yaratılışlarını görsünler. Fıtrat mantığıyla ölümden sonraki sirilişlerini ona kıysa etsinler. İnsan kokuşmuş sıvı bir sudan değil midir? Bu sıvı rahim duvarlarında bir çiğdemlik et olmuyor mu? Bu muhafazalı yerde gelişe gelişe erkek yahut dişi özelliklerini taşıyan bir cenin olmuyor mu? Onu yoktan vareden, tekrar diriltemez mi? Hikmet sahibi yaratıcı yoksa onu başı boi mu terkedecek? Selim fıtrat ölümden sonraki dirilişi ve Allah'tan sakınıp emirlerine uyanların mükafatlandırılmasını gerekli görmüyor mu?

36.070/el-Mürselât:

el-Mürselat suresinde, dünyanın en güzel sahnelerinden biri ile ahiretin en çetin sahnelerinden birinin, kainat hakikatlarının en doğrusunun ve en derinliklerinin tasvirinde yegane ve üstün özel bir uslub vardır. Bu hakikatler fasılaları şifalı, müteaddit nağmeli ve on defa tekrar edilen "Yalancıların o gün vay haline" ayetiyle birlikte bölümler halinde anlatılmıştır. Bu bölüm sonları, surenin içerisindeki kesin ve şiddetli alametler taşımaktadır.

Mürselat'a yemin edilirken, kendisine yemin edilen gayb alemiyle mütenasip bir kapalılık vardır. Kendisinde  gayb bulunan herşey mechuldür. Bu arada meşhur ve uzun ihtilafa dalmış olma korkusuyla " gönderilenlerden" maksadın melekler olduğu görüşünü tercih ettik. Allah, ard arda gönderdiği meleklere yemin ediyor. Onlar, rüzgar gibi koşarlar ve Allah'ın ta'limatını yeryüzüne yaymak için gidiyorlar. Peygamberlerine getirdikleri vahiy sayesinde O'nun izni ile Hak'la Batıl'ı birbirinden ayırırlar. O vahiy ki, onda, Allah'ın yaratıkları için bir uyarı vardır.

Sırlarla dolu olan bu gaybi yeminden sonra sure, göz kamaştıran bir suratle kıyamet sahnelerinden yeni birini arzediyor ve verdiği şiddetli üzüntü ile kalbi daraltıyor. Şu görünen kainat düzeni bozuluyor. Ondaki herşey yarılıp darmadağın oluyor. Çevredeki herşey çözülüp eriyor. Gökyüzü yarılıyor. Dağlar savruluyor ve yerle bir olup kum yığınına dönüşüyor. Allah'ın elçilerine gelince, O'nun huzuruna çıkmaları ve Peygamber düşmanlarıyla orada hesaplaşmaları uzun müddet sonraya bırakılmıştır. Orada hak ile hüküm verilecek ve kimseye zulmedilmeyecektir. O zaman Peygamberleri yalanlayan mücrimlerin azapları ne acıklı olacaktır.

Peygamberlere düşman olanlar her nesilde daima iflas etmiş ve sonları gelmiştir. Onun için Mekke Müşrikleri, daha önce benzerleri bulunmayan Mücrimlerden değildir. Onlar henüz ilk andan itibaren, başlarına gelecek dünyevi helakın yakın olduğuna dair bir bekleyiş içerisindeydiler. O halde ahirette uğrayacakları azap nasıl olacaktır?

Keşke o hesap günü gelmeden- kendilerini ve ayaklarıyla bastıkları yer yüzünü düşünmüş olsalardı. Şayet kendi kendilerine düşünmüş olsaydılar, onları annelerinin rahminde yaratan, onları orada bir safhadan bir safhaya geçiren, nihayet annelerinin rahminde küçücük bir cenin iken bütün yönleriyle mükemmel bir insan haline getiren yaratıcının takdirini hayret ve dehşetle karşılarlardı. Şayet bastıkları yer yüzünü düşünselerdi onun şefkatli bir anne olduğunu, canlıların da, ölülerini de bağrına bastığını görürlerdi. Ondan yaratıldılar, ona döneceklerdir ve bir daha ondan çıkarılacaklardır. Yüksek ve muhkem dağlarına bakmıyorlar mı? Yağmur zirvelerinden aşağı iniyor ve Allah onunla kaynar sular çıkararak onlara tatlı suyu içiriyor.

Ama ne çevrelerini ne de kendilerini düşünmüyorlarsa, süratli bir şekilde azaba doğru yol alsınlar. Cehennem dumanından bir gölgesi vardır ki, alev ateşinden daha yakıcı bir rüzgarı olan üç kola ayrılır. Öyleyse bu gölgeye doğru gitsinler de sıcağı bulsunlar! Bir de, cehennem dumanının yakıcılığı, böyle ise, acaba o kıvılcım ve alevleri nasıldır? Ondan kopan her kıvılcım, büyük bir köşk büyüklüğünde ve yüksekliğindedir. Büyük bir dürültü ile ondan kopan ve sağa sola sağılan lavlar ısıdan sapsarı olmuş sarı deve sürüsünü andırırlar.

O gün sesler kesilecek, diller ağızda kuruyacaktır. Suçluların canı boğazına gelecek ve mazeretlerini ister istemez içlerinde hapsedeceklerdir. Haddi zatında o dehşet verici yerde kimsenin ortaya koyacak bir mazereti de olmayacaktır. Allah kendi hükmü ile aralarında hüküm vermek üzere evvelkileri ve sonrakileri bir araya toplayacaktır. Bir hilesi olan ortaya koysun bakalım. Gücü olan bundan kurtulsun görelim..

Lakin Qur'an'da korkutuculuğu sevindiricilik takip eder. Surelerin bir çoğunda kasidedeki bir beytin her iki mısraı gibi cennet ile cehennem karşı karşıya zikredilir. Müttakiler cennette nimetler içindedir. Yakıcı sıcak gölgelerin değil, hakiki ve serin gölgeler altındadırlar. Üstlerinden ateş kıvılcımları uçuşmayacak, altlarından fışkıran tatlı sular akacaktır. Ve Allah'ın hitabıyla nimetlere buyur edileceklerdir. Yediğiniz ve içtikleriniz için afiyetler olsun! Onlar için o sıkıcı suskunluk da söz konusu olmayacaktır.

Mücrimler hala nefislerine çeki-düzen vermeyecekler mi? Dünya metaının az bir meta olduğunu hala idrak etmediler mi? Hala mı nefisleri hakka boyun eğmeyecek ve rukua gidenlerle rukua gitmeyecektir? Yoksa şaki olmak mı onlara yazıldı da iman etmiyorlar?

38.090/el-Beled:

Beled Suresi'nde de, insan hayatının zorluklar, meşakkatler ve mücadeleler silsilesi olduğuna dair büyük bir yemine işaret vardır. Kendisine yemin edilenler ise ikidir: Biri Beytu'l-Haram' dır. O Beytu'l-Haram ki, Allah'ın Peygamberlerinin onda ikamet etmesi, şerefini daha da arttırmıştır. Diğer yemin ise, her doğuran ve doğana ve ikisinin hayat merhalelerinde çektikleri sıkıntılara yapılmıştır. Ama gurur insana hakim oluyor ve insanoğlu kendi gücüne aldanıp kendisine bu gücü veren Allah'ın tekrar onu geri alabileceğini unutuyor. Yina malına aldanıyor, ondan büyük bir miktarını hayır yollarında harcayacağım zannıyla onu stok ediyor. Allah'ın kendisini ihate ettiğini, malı nasıl biriktirdiğini ve nereye harcayacağını gördüğünü bir defa unutuyor. Bu insan bilmeli ki, herkes kendi kazancına bağlıdır. Bu gururlu davranışlarıyla sadece kendi kendisine zarar vermektedir. Çünkü Allah, kendisine, ona doğru yolu gösterecek özellikleri vermiştir. Görmesi için iki göz ve konuşması için dil bağışlamıştır. Kötüyü iyiden ayırma yeteneğini vermiştir.

Hidayet vesileleri tüm olarak kendisine verilmiş olan insan, cennet yolunda önüne çıkan engellerin üzerine üzerine gitmelidir. Bu engeli hafifletip onu aşabilme ise, iman ve iyi amellerle olur. O halde Allah yolunda köleleri azad etsin. Açlık gününde akraba yetimleri ve fakir miskinleri doyursun. Bütün bunları imanın hakkını vermek, zorluklara karşı sabrın en yüce anlamlarını ve hayatta şefkat manalarının en açık olanını duymak için yerine getirsin. Bu gibi şeyleri yaptığı takdirde mutlular arasına yazılacak ve kitabı sağından verilenlerden olacaktır.

Ama gururu kendisini imandan alıkoyan kimseye gelince, o tekebbür ve gururunda devam etsin. Onun bu kötü gidişini cehennem beklemektedir. O cehennem kapıları üzerine kilitlenecek ve onda ne ölecek, ne de dirilecektir.

59.015/el-Hicr:

Mekki Orta merhale'de inen surelerden seçmelerimizi el-Hicr Suresi ile bitirelim. Bu sure söz konusu ettiğimiz iki Mekki merhaledeki surelerden daha uzun olup 99 ayettir. Diğer surelere nazaran bölümlerinin ayetleri de daha uzundur. Özelliklerinden diğer bir tanesi ise, hece harfleri ile başlamasıdır. Ona ve hece harfleri ile başlayan benzer sureler için 'Ayetlerin Yapıtaşları' dersine bak.

15/el-Hicr Suresi'nin ortaya kotduğu en bariz hakikatler, kafirlerin kötü sonuçla ayrılmaları, Allah'ın yalancılar hakkındaki sünnetinin açıklanması, yerde, gökte ve yerle gök arasında Allah'ın ayetlerinin tasviri, Adem'in yaratılışı, Meleklerin Adem'e secde etmeleri ve şeytanın büyüklenerek buna yanaşmaması, Muhammed'i teselli ve kalbine güç vermek için geçmiş Peygamberlerin kıssaları,- taşlı olduğu halde Hz. İbrahim'in bilgin bir oğul ile müjdelenmesi, Hz. Lut'un ve Ehli'nin yerin içine bakmaktan ve yok olmaktan kurtulmaları ve kavminin deprem ve üzerlerine yapdırılan sert taşlarla helak oluşları, Hz. Şuayb'ın kavmi Eyke'lilerin helakı, Hz. Salih'in kavminden Hicr Ehli'ni o azgın çığlığın yakalayıvermesi, göklerin ve yerin onunla ayakta durduğu ve bir de kıyametin onunla vuku bulduğu hakkın açıklanması, Peygamber'in yumuşak ve iyi davranmaya bir de Allah'ın dinine açıkça davet etmesi ve Allah katına ulaşıncaya kadar O'nu hamd ile anması.

Bu surenin girişinde kafirlere, fırsat geçmeden ve ecel son bulmadan önce İslamı kabullenmelerini teşvik kabilinden gizli bir uyarı vardır. Çünkü aldatıcı umut onları her ne kadar bazı şeyler arzusu ile oyalasa bile kesin olan sonucu etkilemeyecektir. Allah'ın milletlere uyguladığı sünnetinin değişmediğini ve her milletin bir kaderinin bulunup belli bir ecele kadar devam ettiği, Allah'ın kendisine takdir ettiği hayatı aşamayacağını, çizilen apaçık yoldan saptığı zaman gece veya gündüz Allah'ın azabına uğrayacağını ve yok olup gideceğini ileride göreceklerdir.

Lakin Müşrikler bu dehşetli uyarı karşısında batıllarından ve gururlarından kopmuyorlar. Aksine, luzumsuzluklarına ve muhtevasız konuşmalarına devam ediyorlar. Peygamber'e iftira ederek onu delilikle itham ediyor ve kendisini doğrulayıcı ve iddia ettiği vahyi ispatlayıcı olarak meleklerin inmesini ondan istiyorlar.

Aslında meleklerin inişi mümkün olmayan şeylerden değildir. Ama yakın helake bir işaret olacaktır. Yoksa Müşrikler azaplarının daha erken olmasını mı istiyorlar? Helak olup yok olmayı hakketmek mi istiyorlar yoksa?

Küfür tek bir millettir. Kafirlerin inat edip hakkı kabul etmeme uslubları da birbirlerine benzerdir. Mekke Müşriklerinin sureti, her nesilde İslamı yalanlayanların bir aynasından başka bir şey değildir. Şayet Allah onlara göğü yarar, onda bir kapı açar, onlara göklere yüksekle imkanı verir ve perdelerini yarmalarına müsaade etseydi, utanmadan yine tekebbüre kapılır, gözlerinin gördüğünü hayret verici bir inatla inkar ederlerdi. Sihre kapıldıklarını, gözlerinin uyuşuk bir sarhoşluğunun etkisinde kaldığını ve gördüklerinin bir vehim ve hayalden başka bir şey olmadığını ileri süreceklerdir.

Qur'an- bununla- birlikte o kindar inatlarıyla onları başbaşa bırakmaz. Aksine, sarhoşlıklarından uyanmaya ve içlerindeki hayır duygularını harekete getirmeye çalışır. Yaratan ve herşeyi bilen Allah'ın eserlerini dile getiren bu güzel kainatın bazı tablolarını gözlerinin önüne serer: Gökte parıldayan şu yıldızlar yerlerinden hareket edip dönüyor. Bu manzara seyredenlerin hoşuna gidiyor. İşte bu yüksek dağlar, o ağırlık ve büyüklükleriyle yere çakılmış ve sabit kılınmıştır. Onlar, insanda dehşet ve azamet duygularını uyandırıyor. Ya güzelim yeşillikler. Bazısı yere uzanıp yayılıyor. Bir kısmı da yukarıya doğru yükselip uzuyor. Herşeyin ölçüsünü yerli yerinde tesbit eden Allah onlara öyle bir ölçü vemiş ki, mahlukata gıda olsun diye, tadlarını, renk ve kokularını tam bir muvazene içerisinde vermiştir. Belli bir ölçüyle Rahman'ın hazinelerinden takdir edilmiştir. Hele o aşılayıcı rüzgarlar, suyu taşıyıp giderler ve sonra onu bol yağmur olarak gönderirler. O yağmur susuzları doyurur ve ölüleri diriltir. Mülkün hepsi Allah'ın elindedir. Yer ve gökler O'nundur. Dirilten de, öldüren de O'dur ve dönüş O'nadır.

Qur'an, uykuya dalmış olanları uyandırmak için uslubların en güzelidir. Dini kıssaları, kapalı kalbleri açar ve kör gözlere aydınlık verir. Varlığın sırlarını yayarken sağır kulakları açar. Onun için el-Hicr Suresi burada Adem ve İblis kıssasında hidayet ve sapıklık hakikatlerini arzediyor: Bu iki yaratık menşe'leri itibariyle birbirinden farklıdır. O halde hayat çizgilerinin de farklı olması normaldir. Hz. Adem bu yerin toprağının kuru balçıktan yaratılmıştır ve onda Allah'ın ruhundan bir üfürük vardır. Böylece onun değeri de yücelmektedir. Bu durumuyla Meleklerin ona secde etmelerine layık bir makama yükselmiştir. Ama İblis'e gelince, o, zehirli bir ateşten, sırf alevden yaratılmıştır. Kötülük onu çepeçevre sarmıştır. Gurur onu, kendisini yüksek görmeye sürükler. Adem karşısında secdeye gitmekten kaçınır ve Allah'ın samimi kulları hariç Hz. Adem'in soyundan gelenleri aldatmayı kendisine görev edinir.

Böylece insanlar iki kısma ayrılmış oluyor: İblis'e tabi olan sapıklar ki, bunlar Cehennemin yedi kapısından Cehenneme girecekler ve her kapıdan bu sınıfın belli bir gurubu girecektir. İkinci sınıf ise, Rahman'ın kullarından hidayet üzere olanlardır ki, bunlar Cennet ve pınarlarla nimetleneceklerdir. Onlar için ne bir korku ve ne de bir üzüntü vardır.

Hidayet ve sapıklık halkaları, Peygamber kıssalarında ard arda zikredilir. Müşrikler, Hz. İbrahim ile, Hz. Lut'un kavmine gönderilen elçi Melekler arasındaki kıssayı dinlesinler. Hani Hz. İbrahim önce onlardan korkmuş ama sonra yaşlı olduğu halde ona bilgin bir oğlunun olacağını müjdelediği zaman onlara güven beslemişti. İşte bunu hatırlasınlar. Şu kıssaya kulak versinler: Hani Hz. Lut kötü kavminin arasında zor duruma düşmüş ve sabah olup üzerlerine sert taş yağmadan gece ailesini almış yola koyulmuştu. Yine Hz. Şuayb'ı yalanlayan ve tesbit edilen vakitte helak olan Eykelilerle Hz. Salih'i yalanlayan ve ondan yüz çeviren, Hicr kıssalarına kulak versinler. Hani onlar sert kayalarda oydukları korunaklı evleriyle yalancı umuda kapılmış ve oyalanmışlar sonra da o korunaklı evlerini şiddetli bir çığlık alt üst etmişti. Onlar kendilerinden çok emin idiler. Ama sabah olmadan sonları gelmişti.

Eğer müşrikler bu kıssalardan ibret almadılarsa, Muhammed için onlar da iyi bir örnek olsun. Kavminden gördüğü sıkıntılara karşı bunlarda teselli bulsun. Onlardan hareketle, Allah'ın, gökleri ve yeri üzerinde ayakta tuttuğu hakkı keşfetsin. Cahil düşmanlarına karşı güzel ve yumuşak  davranarak  Allah'a davet yolunda devam etsin. Cahil düşmanlarına karşı güzel ve yumuşak davranarak Allah'a davet yolunda ilerlesin. Gafilleri uyarsın. Gözünü gurur veren geçici menfaatlerden çevirip Allah'ın kendisine verdiği tekrarlanan yediye ve Yüce Qur'an'a yöneltsin. Kendisine ve benzeri diğer peygamberlere gönderilmiş olan vahyi açıklasın. Muhakak zafer, müttakilerindir.

Orta merhaleden tahlil için seçtiğimiz sureleri Hicr ile bitirirken bu surede gözümüze çarpan surenin nisbi uzunluğu son merhalede müşahede ettiğimiz surelerdeki nisbi uzunluğa bir geçiştir. Öyleki, bu sure ile som merkale sureleri arasında bu yönden bir farklılık bulmak güçtür. Özellikle bu merhaleler arasındaki sınırın itibari olduğunu gözönünde bulundurursak böyle bir ayrım daha da güçleşecektir. Haddi zatında her  merhale bir öncekinin devamıdır.

Ayrıca el-Hicr Suresi'nin Hurufu Mukatta ile başlamasının, bu harflerle başlayan 3. Merhaledeki bir çok sure için de bir geçiş olduğu gözümüzden kaçmamaktadır. Bu da, daha önce işaret etmiş olduğu gözümüzden kaçmamaktadır. Bu da, daha önce işaret etmiş olduğumuz, ortaklık payları farklı olsa bile Mekki merhalenin meydana getirdikleri surelerin konu ve uslub özellikleri bakımından hepsinin müşterek ve benzer oldukları görüşümüzü pekiştirmektedir. Şayet Mekki ve Medeni sureleri kronolojik sıraya tabi tutup gurup ve zümrelere ayırma metodunu seçmemiş olsaydık, Mekki surelerin hepsini Medeni Sureler karşısında bir guruba ayırırdık.

Orta  Merhalenin birinci merhaleden  farklı olan yönlerini izah etmek istersek, bu sureler , önceki merhalelerde anlatılan surelere yapılan bazı ilaveler sayesinde, konuları başlı başına müstakil birer konu haline getirmiştir. Ayrıca her iki merhalede metodun alametleri olmakla birlikte birinci merhaleye hakim olan ortama yapılan ilavelerle bu sureler özel bir usluba sahip olmuştur.

1.Merhalede kainat ve insanla ilgili olarak anlatılan hakikatler, bu 2. Merhalede aynen muhafaza edilerek dile getirilmiş ancak çerçeveleri daha geniş tutulmuş, cuziyyatı açıklanmış ve bellibaşlı yönleri bütün açıklığı ile izah edilmiştir.İslam daveti müşriklerin korkularını takrik etmeye ve kalblerini tahrik etmeye ve kalblerine korku salmaya başladı. Kendilerini bekleyen kötü akıbet daima onları uyardı. Zalimlerin helaklarından sahneler sundu. Geçmişlerin kıssalarını anlattı. Allah'ın birliğine delalet eden delilleri onlara tek tek açıkladı. [9]

Vahyin doğruluğuna , kıyametin kopacağına ölümden sonra dirilişin olacağına dair deliller sıraladı. Karşılıklı olarak iki tabloda cennet ve cehennemi onlara tasvir etti. Yerde ve gökte insanın içinde ve öecresinde Allah'ın sayısız nimetlerini onlara hatırlattı. Fıtrat nuruyla onları hidayete teşvik etti. Kendileri ile iman edip iyi amellerde bulunanlar arasında karşılaştırma yaptı. Şahıslar ve değerlerle ahlak kuralları için adil ölçüler koydu. İman konusunda bütün Peygamberlerin getirdikleri için adil ölçüler koydu. İman  konusunda bütün Peygamberlerin getirdikleri prensipler aynı olduğunu onlara izah etti. Kainatın ortaya çıkışını ve Adem ile İblis'in yaratılışlarını  açıkladı. Hidayet ve sapıklık sırlarını anlattı.

Bu merhalenin uslubuna gelince- bir çok yerde- veciz olma, ateşin ifade, makta' ve fasılalasın birbirine benzemesi, tescim, teşhis gibi sanatlarla hayalin bolluğu, renk ve tabloların çokluğu yönünden birinci Mekki merhalenin bir devamı durumundadır. Annı husus bazı ayetler için de geçerlidir. Tek surede birkaç nağme olabilmekte, bazen bir meseleden başkasına geçince Makta'ları arasında gerekli olan ahenk sağlanmakta, bazı fasılalar ise, Esmai Hüsnadan bir veya ikisiyle son bulmaktadır. Bu merhalede de lafızlar bir seçime tabi tutulmuş ve bazen  şaşaalı bazen de çok sert kelimeler seçilmiştir. her iki durumda da bu lafızlar durgun duyguları coşturacak niteliktedir.

Geç Dönem Sûreler'den:

Şimdi de Mekki Merhalenin sonuncusu olan 3. Merhaleye geçiyoruz. Ayetlerden çok surelerin uzunluğu göze çarpmakla birlikte, önceki merhalelere nazaran genel olarak hem sureler ve hem de ayetler uzundur. İlk olarak gözümüze çarpan husus budur. Aslında bu uzunluk, Medeni surelerin ayet sayısı ve ayetlerdeki kelimelerin adeti ile karşılaştırıldığında önemli bir uzunluk değildir. Ama daha önceki iki Merhale'ye nazaran uzunluk sözkonusudur.

Bu surelerin uzunluğu, onlardan zikrettiğimizin hepsinin tahlilini yapmaya engeldir. Serdettiklerimizin hepsini yüzeysel bir şekilde işlemektense aralarından 3 surenin ihtiva ettiği bellibaşlı meseleler üzerinde durmakla yetineceğiz.

Bu sureler, 37/es-Saffat, 18/el-Kehf ve 14/el-İbrahim.

61.037/es-Saffat:

182 ayet olup ilk 11 ayetinde birkaç fasıla ve öeşitli nağmeleri vardır. Sonra sonuna kadar fasılalar vav ve nun tahut ya olarak devam eder. Bazen de ya ve mim olarak gelir.

Surenin birbirini takip eden bölümlerinin hepsinin temel konusu, şirkten arınmış saf akıdeyi kalblere yerleştirmek olan ve biribiriyle tam bir uyum içerisinde bulunan bir dizi fikir, olay ve tutumları sergilemektedir. Tevhid düşüncesini kökleştirmekten, ölümden sonra diriliş düşüncesine geçilir. Kıyamet günü karşılaşılacak bazı durumlar tasvir edilir. Saf saf dizilmiş melekleri anlatırken birden Yüce alemde konuşulan sözleri çalmaya öalışan şeytanlardan ve delici alevle recmedilmelerinden bahsedilir. Derken, Müşriklerin Peygamberleri yalanlamaları sözkonusu edilir. Ardından Hz. Nuh, İbrahim, Musa, Harun, İlyas, Lut ve Yunus gibi Peygamberlerin kıssaları anlatılır. Hz. İbrahim' den bahsedilirken kurban edilen oğlu ve onun yerine fidye olarak verilen kurban kıssası anlatılır. Arabların Melekler hakkında uydurdukları masala saldırılır.

Allah, kendisi için gökte huzurunda saf saf duran  emirlerini beklemek, dileğini yerine  getirmek, Peygamberlerini yalanlayanlkarı cezalandırmak ve temiz kullarına O'nun zatında ve mülkünde ortağı bulunmadığına bir olduğuna dair zikri okumak için meleklere yemin ediyor.

Bütün  eksikliklerden münezzeh olan Allah'ın birliği, Allah'la  melekler ve cinler arasında bir akrabalık bağının bulunduğunu ileri süren aptalca masalın reddi için üstün bir cevaptır: Araplar, Allah'ın cin ile evlendiği ve bu evlilik neticesinde meleklerin doğruluğuna, dolayısıyla onların, Allah'ın kızları olduğuna inanırlar. 37/es-Saffat Suresinde 4 yerde bu cahilce iftiraya cevap verilir:

Birincisi : Kasemle, meleklerin, Allah'ın emriyle O'nun huzurunda saf saf dizilişlerini, Peygamberlerin kalblerine vahyi indirişlerini tasvir eden giriş bölümüdür. Melekler, gizli olan gayb aleminden Allah'ın yaratıklarıdır.

İkinci Yer: "Göklerin, terin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir; doğuların Rabbıdır." ayetidir. [10] Yer ve gök arasındaki üstün yaratıklar, aralarında gidip gelen temiz meleklerle ulvi ruhlar, Allah'ın yaratıklarından bir taife ve kullarındandır. O'nun uluhiyetini, bir olduğunu ve kudretini itiraf etmektedirler.

Üçüncü Yer: Yüce alemden söz çalmak isteyen şeytanların recm edldiğini anlatan kısımdır. Oysa onlar - Arabların yanlış inancına göre- Allah ile aralarında bir soy bağı olduğunu ileri sürdükleri "cinlerdir". Şayet Allah'la bir yakınlıkları bulunsaydı neden gökten kovuluyorlar ve delici ateşle recmediliyorlar?

Dördüncü Yer: Surenin bitimine doğru bu asılsız ve gülünç iftiraya alaylı ve çetin saldırının yapıldığı ve Qur'an'ın, o ahmaklardan mitolojilerinin menşeini, meleklerin neden dişi olduklarını ve sevmedikleri mahlukları Allah'a nisbet etmelerinin sebebini sorduğu ve bunlara cevap istediği kısımdır. Böylece Allah'ın zatında bir oluşu, Arapların meleklerle şeytanlar hakkındaki mitolojilerinin yanlışlığına en üstün bir delildir!

Kaldı ki şeytanların delici ateş ile recmedilmeleri ve dünya göğünün yıldızlarla süslenmesinden söz edildikten sonra zikredilmektedir. O halde Allah yıldızlara biribirini tamamlayan iki özellik vermiştir: Birincisi: Süsleme ve güzelleştirme özelliğidir ki göz göğe baktığı zaman ancak süs ve güzellikle karşılaşır. İkincisi: Koruma ve gözetmedir. Ta ki haddini bilmeyen şeytan yüce alemde anlatılanları dinleme fırsatı bulmasın. Bu yıldızlar göğün koruyucularıdır; haddini bilmeyen azgın şeytanları ateşten kıvılcımlarla onun kapısından kovarlar. Onları geri dönmeye mecbur bırakırlar.

Yıldızların bu iki görevlerini en mükemmel şekliyle yerine getirmeleri, bu kainatın büyük bir uyum içerisinde bulunduğuna ve ondaki her şeyin bir ölçüyle hareket ettiğine dair kesin bir delildir.

Mekke müşrikleri - herşeyi sapasağlam kılan ve yerli yerine yerleştiren Yaratıcının san'atını düşünecekleri yerde- azgınlık ve nefretlerine devam ettiler. Sapıklık ve gururu bırakmadılar. Sanki onlar, yaratılışlarını saf saf dizilen meleklerden daha güç saydılar. ya da azgınlıkta şeytandan ileri olduklarını sandılar. Ama onlar, toprak ve kemik olduktan sonra tekrar dirilmeyi inkar ettiler. Qur'an'a sihir diyerek saldırdılar . Bunun üzerine  Allah Peygamberine - bu garip tutumları karşısında- ilk yaratılışlarında yapışkan bir topraktan yaratıldıklarını hatırlatmasını ve tek bir çığlıkla bir anda diriltileceklerini, bu çığlıkla kendileriyle birlikte eşlerinin ve kendilerine  taptıklarının mahşet yerine sürüleceklerini onlara belirtmesini, bununla onları uyarmasını emretti. mahşer yerine sürüldükten sonra birden kendilerini cehennemde bulacaklardır. Zelil ve hakir olarak. Sonra birbirleriyle çekişecek ve her biri, diğerinden uzak olduğunu söyleyecektir. Ama iş işten geçmiş olacak, bu acıklı azabı hakkettiklerini kendileri itiraf edeceklerdir.

Qur'an'ın kötülerin varacakları sonuç karşılığında iyilerin varacakları sonucu anlatırken takip ettiği yol değişmiyor. Burada da Allah'ın samimi kullarına hazırladığı nimetleri mükemmel bir tatlılıkla tasvir ediyor. Başlangıçta acıklı azaptan uzak kalacaklarını belirtiyor. Sonra nimetlerle dolu olan cennette canlarının istediği her şeye kavuşacaklarını söylüyor. Tam bir huzur ve konfor içerisinde divanlarına yaslanıp uzanacaklar. Ellerinin yetişeceği şekilde sarkan dalların meyveleri koparacaklar. Başlarını ağırtmayan ve lezzeti kesilmeyen üstün kalitede içkiler içecekler.Korunmuş ve dipdiri olan güzel hurilerden eşleriyle tatlı sobbet ederken bu nimetler kat kat olacaktır.

Onlar bu nimetler içerisindeyken onlardan biri, birden dünyada iken ölümden sonra dirilişi inkar eden bir tanıdığını hatırlayacak ve o mutlu iyiler kalkıp o kötü kimsenin uğradığı akıbeti görmeye gidecekler, onu cehennemin ortasında göreceklerdir. O zaman da o kimsennin tanıdığı ona  birkaç kelime  ile seslenip kınayacak, bu arada da Allah'ın kendisini ve arkadaşlarını müttakiler arasına katmasından dolayı Allah'a hamdedeceklerdir.

Burada Qur'an, iyilerin nimetler içerisinde oluşu ile kötülerin çekecekleri sıkıntı arasındaki büyük mesafeyi ualancı münkirlerin gözleri önüne sererek karşılaştırmayı ince teferruata kadar yapıyor. O kötüler cehennemde zakkum ağacından yiyecekler. Bu ağaç cehenneme ait bir ağaç olup o kadar çirkin ve korkunçtur ki, insan hayalinin tasavvur edebileceği en çirkin olan şeytan başlarına benzer. Susuzluk ve alevden boüazları her yandığında bulanık ve kaynar sudan içerler. Suyun sıcaklığından bağırsakları kopacaktır. Her bir çıkış yolu aradıklarında da bu korkunç vaveyla içerisinde cehennemin dibine döndürüleceklerdir. O ne kötü meskendir.

Qur'an bu sapıkları, içine düştükleri sapıklığın sebebleriyle zikretmektedir. Çünkü şuursuzca atalarını taklit etmekte, onların peşinden gitmektedirler. Karanlık gelecekleri ile mü'minlerin mutlu ve parlak gelecekleri arasında mantiki bir karşılaştırma yapmıyorlar. Oysa ataları, kendilerine ard arda Peygamberler  gönderdiği halde sapıklıklarına devam ettiler. Yakında gelecek olan acıklı azaptan ancak seçkin iyiler kurtulacaktır.

Etkili ve gafil kalbleri şiddetle sarsan emarelerle dolu olan bu uyarı esnasında Qur'an, Hz. Nuh'un kıssasına dikkatleri çekiyor. Bu kıssada Allah'ın Hz. Nuh'un duasını kabul ettiği , onu ve ona tabi olanları büyük sıkıntılardan kurtardığı ve yalancıları da sulara garkettiği anlatılıyor. Kavmin putlarını parçalayan  Hz. İbrahim 'in kıssasına dikkatleri çekiyor. O zaman kavmi onu  öldürmeye kalkışmış ve onu yakmak için bir bina inşa ettirmiştir. Ama Allah onu bu kurdukları tuzaktan kurtardı. Ateşi soğutarak ona bir kurtuluş  kıldı. Allah'ın  kendilerini Peygamber olarak seçtiği Hz. Musa ile Harun'un kıssası anlatılıyor. Allah hidayet ve nurlu yolu gösteren Tevrat'ı onlara verdi. Fir'avn ve yeryüzünde fesat öıkaran etbaına karşı onlara zaferi müyesser kıldı. Kavminin puta tapmalarına ve yaratanların en iyisi olan Allah'tan yüz çevirmelerine karşı çıkan  Hz. İlyas'ın kıssasına yer veriliyor. Hz. Lut'un kıssası anlatılıyor. Allah kendisini ve - karısı hariç- ehlini depremden kurtarmış, sapık kavminin üzerine düşen Hz. Yunus'un kıssası söz konusu ediliyor. Hz. Yunus ümitsiz ve öfkeli bir durumda kaçarak dolu bir gemiye bindi. Ama fırtınalar kopmuş ve gemi dalgalardan yoluna devam edemez olmuştu. Bu arada gemide bulunanlar yükü hafifletmek için kur'a çekmiş ve kur'a neticesinde Hz. Yunus denize atılmıştı. Bu arada büyük bir balık onu yutmuştur. Aslında ümitsizliğe düştüğü ve öfkelendiği içib kınanmayı da haketmişti. Ama balığın karnında Allah'ı tesbih etti. Bunun üzerine Allah duasını kabul etti. Onu hasta ve uryan bir  halde balığın karnından çıkararak denizin kenarına çıkarıp attı. Hastalıktan kurtulduğu zaman kavmini Allah'a kulluk etmeye davet etti. Kavminin hepsi iman etti. Sayıları yüzbin idi. Hatta bu sayı gittikce artıyordu.

Bütün bu kıssaların olayları 37/es-Saffat suresinde çok özlü bir şekilde anlatılıp geçilmiş  ve böylece yalancıların akıbetleri ile Allah'ın halis kullarının dualarını kabul edişi gözler önüne serilmiştir. Onda Müşrikler  kötü akıbetle uyarılmakta ve Peygamber de iyi bir şekilde sabretmeye davet edilmektedir. Onun için bu kıssalar silsilesinde en çok Hz. İbrahim kıssasına yer verilmiş ; etkili noktaları, cazip konuşmaları ve korkunç uslubu ile oğlunu kurban edişi tafsilatıyla serdedilmiştir. Bu olay- Hz. İbrahim'in putları devirmesi anlatıldıktan sonra- Allah'a teslim olmayı, O'na güvenmeyi ve O'na bağlanmayı en güzel şekliyle ortaya kotmuştur. Böylece o, uzun davet yolculuğunda sabırlı her davetci için gerçek bir azıktır:

Hz.İbrahim, Rabbının yokula devam etti. O'nun yolunda herşeyden vazgeçti. Allah'tan, kendisine salih bir oğul ile müjdeledi. (et-Taberi'e göre bu oğul İshak'tır). Bu oğul hayat yolunda babasıyla henüz yeni yola koyulmuştu ki, en şiddetli eziyyete maruz kalmış ve teerddüd etmeden sabrederek teslim olmuştu. Hz. İbrahim rüyasında oğlunu boğazladığını görmüş ve bunun Rabbından ona bir musibet olduğunu idrak etmişti. O'nun için gönlü mutmain olarak icabet etti. Rüyasını oğluna söyledi. Oğlu sabrederek kabullendi. Lakin oğlunu kesmek üzere yüzü koyun yatırınca Allah oğlunun yerine kurban etmek üzere ona cüsseli bir koç bağışladı. Ve onu, ahdini yerine getiren, görevini eda eden vefalı bir kul olarak kabul edip çöyle hitap etti: "Ya İbrahim, rüyana sadakat gösterdin. Şüphesiz ki biz iyi hareket edenleri böyle mükafatlandırırız."

Bu Qur'an'i kıssalar silsilesinin son bulmasından sonra  es-Saffat suresi Allah'ın birliğini pekiştirmek ve kendisini cahillerin kendisini tavsiflerinden tenzih etmek için Arapların melek ve şeytan hakkındaki mitolojilerine yönelerek onu eleştirir. En sonunda da tam bir uyum sağlayarak Allah'a hamd ve O'nu tesbih ile son bulur: Surenin başlangıcında Allah, bir olduğuna, zatında ve mülkünde ortaktan münezzeh bulunduğuna dair yemin etmiştir. Sure yine Allah'ı ortaktan tenzih ederek tesbih ve tahmid ile son bulmaktadır. Bu ise, sure ne kadar uzun ve cüziyatı ne kadar dal-budak salarsa da tek surede bir konu birliğinin mevcudiyetine susturucu bir delildir.

Qur'an Arapların melekler ve şeytanlar hakkındaki mitolojisine saldırırken en hoş tarafı, Arapların kendi mantıklarına göre onlara hitabetmesidir. Ta ki kendiliklerinden, ileri sürdüklerinin ve inançlarının ne kadar saçma olduğunun farkına varsınlar. Arap ve ümmi olan Peygamberler, ümmi olan Araplardan, kendileri erkek çocukları kız çocuklara tercih ettikleri halde Allah'a neden kızları nisbet ettiklerinin sebebini sorması tavsiye ediliyor. Yoksa Allah erkek çocukları kız çocuklara tercih mi ediyor? Yahut onlar meleklerin doğumunu müşahede ettiler de mi cinsiyetlerini tesbit ettiler? Ya da bile bile Allah'a iftira mı ediyorlar?

Allah ile cinlerin arasında bir akrabalık bağının olduğunu söylerken gönülleri nasıl buna rıza gösteriyor? Kaldı ki cinler - Allah'ın diğer yaratıkları gibi- kıyamet günü hesap vermek üzere çağrılacaklarını ve dünya hayatında ne yapmışlarsa karşılığını göreceklerini biliyorlar. Arapların bu saçma- sapan sözleri, ancak kalbinde hastalık bulunan ve bozuk tabiatı cehenneme girmesine onu müstehak kılanları aldatabilir.

Keşke bu cahiller meleklerin, ahmakça mitelojilerine verdikleri cevabı duysalardı. Onlar yüce alemde hal ve kal lisanlarıyla devamlı olarak Allah'a dua ederek şöyle demektedirler: Ey Rabbimiz, senin huzurunda saf durmuş bekliyoruz. Sana şükrederek seni her türlü eksiklikten tenzih ediyoruz. Seni her türlü ortaktan ve çocuğu olmaktan tenzih ederiz!

Cahiliyetin bu ahmakça mitolojisine yapılan bu alaycı ve çetin saldırılardan sonra sure bu masalı uyduranları, kötü akıbet ile tehdit etmekte ve samimi erlerine yardımı konusundaki sünnetini onlara hatırlatmaktadır. Güç ve şeref tamamen Allah'ındır. Emniyet o peygamberlerinedir. Hamd da O'nadır. O birdir ve  ortağı yoktur. Onların niteleme ve uydurmalarından münezzehtir.

74.018/el-Kehf:

Kehf Suresi'ne geçerken meseleleri çok kısa geçmek ve birçok yerde sadece işaretle yetinmek mecburiyetindeyiz. Çünkü 110 ayetten oluşan uzun bir süre ile karşı karşıyayız. Ayrıca belli bir kaç yer hariç ayetlerin de uzun olduğuna şahit oluyoruz. Kaldı ki surenin baş taraflarında da, ortalarında da ve sonlarında da dini kıssalar anlatılmaktadır. Bu kıssalar neredeyse  surenin 2/3 ini kapsayacaktır. Ayrıca bu kıssalar arasında birtakım yorumlar, ilave ve açıklamalar da vardır.

Her ne kadar el-Kehf Suresi, Qur'an'da dini kıssanın gayesini etraflıca anlatma imkanını veren surelerden biri ise de, bu konuda tafsilata dalmayacak ve üzerinde durduğumuz temel konudan bizi uzaklaştırmayacak kadarıyla yetineceğiz. Çünkü burada İslam davetinin önce Mekke ve sonra Medine'de geçirdiği merhaleler bizi ilgilendirmektedir. Hiç şüphesiz bu merhaleleri tesbit ederken- tahlilini amaçladığımız surelerde bile olsa- bu tür tafsilata girmemize imkan yoktur. Aksi takdirde konuyu dağıtmış olacağız.

el-Kehf Suresi'nin hedefi - diğer Mekki surelerin hepsinde ve özellikle bu son merhaleyi teşkil eden sureler de- Allah'ın birliğini isbat konusunda sağlıklı akıdeyi kurmak, yaratıcının zatı ile yaratılanın zatını apaçık bir şekilde birbirinden ayırmak ve vahiy vakıası ile muciz sırlarının üzerinden perdeyi aralamaktadır. Burada bu hakikatleri dile getiren surenin bölümleri ile ayetleri üzerinde durma ihtiyacını duymuyoruz. Okuyucu sureyi gözden geçirmekle bunların farkına varacaktır. Surenin başında bu Qur'an'ın muvahhid mü'minleri müjdelemek ve Allah oğul edindi diyenleri korkutmak için eğrisi olmayacak şekilde indirildiğini söylemesi, surenin sonunda ise, Muhammed'in sınırlı beşeri ufukları ile vahyin ufukları arasında nihayetsiz bir farkın bulunduğunu açıklamakla emrolunması bu konuda yeterlidir. Muhammed, diğer insanlar gibi bir beşerden başka bir şey değildir. O'nun diğer insanlardan üztünlüğü, sadece, kalbine Peygamberlik nurunu ve hidayetini saçan Rabbinin emirlerini almasıdır. Yine surenin ortalarında Ashabı Kehf'in : "Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. O'nu bırakıp başka bir tanrıya yalvarmayız." sözleri ile mü'min kişinin, iki bahçe  sahibi mağrur ve azgın kişiye söylediği : "İşte O, benim Rabbim olan Allah'tır. Rabbime kimseyi ortak koşmam." sözleri ile salih kulun Hz. Musa'ya söylediği: "Rabbinden bir rahmet olarak hazinelelerini çıkarmalarını istedi. Ben bunları kendiliğinden hapmadım." sözleri, evet bütün bu sözler, Allah'ın birliğini, yerde ve gökte en küçük zerreyi bile iahata eden bu sözler, Allah'ın birliğini, yerde ve gökte en küçük zerreyi bile ihata eden ilmini dile getiren delillerdir.

Surede, mü'minin gayb alemiyle ilgili inancını tashih eden, kendi bilgileriyle ve ancak Allah'ın perdeyi kaldırmasıyla ulaşabileceği bilgileri birbirinden ayıran üç kıssa anlatılmaktadır: Ashabı Kehf kıssası, Hz. Musa'nın salih kul ile kıssası ve üç yolculuğunu, özellikle iki sed arasında Zülkarneyn'in Ye'cuc ve Me'cucla ilgili kıssa.

Ashab-ı Kehf'e gelince, Qur'an'ı Kerim, uzun uykularına varıncaya kadar hareketle dolu 3 tablo halinde kıssalarını arzeder: Qur'an'ın o yaratıcı fırçasının -birinci taploda- o gençleri uykuda oldukları halde uyanık tavsif etmesi ne mükemmeldir! Çünkü üç asrı aşan bu uzun uykuları müddetince [11] uyanık kimseler gibi sağ-sola dönüyorlar ama ne uyanıyor, ne gözlerini açıyor ve ne de yerlerini terkediyorlar. O sessizlik içerisinde süren ve çok uzun müddet devam eden uykularına rağmen sağa-sola dönmeleri oradan geöenlerin kalblerine korku salıyordu. Bu tablo köpeklerinin dirseklerini eşiğine uzatmasıyla daha bir canlılık ve hareket kazanıyor. Sanki bu haliyle onlara bekçilik yapıyordu. hele güneşin meyledip mağaranın içine vurmaması bu hareketliliği daha da hızlandırmaktadır. Sanki ışınlarını mağaraya salıp onları rahatsız etmek istemiyor. Doğduğunda sağ tarafa meyledip  gidiyor ve batmaya doğru giderken de sola meylediyor. Bu, Allah'ın mucizelerinden bir mucizedir.

İki tablo- tabiatı icabı- hayat ve hareketle doludur. Uyuyanlar uyanmış ve yeniden canlılık kazanmışlardır. Gözlerini oğarak birbirlerine garip bir şekilde baktılar. Çünkü uzun bir uykudan uyandıklarının farkındaydılar. Lakin o mağarada ne kadar kaldıklarını bilmiyorlardı. Onun için birbirlerinden ne kadar uyuyakaldıklarını bilmiyorlardı. Onun için birbirlerinden ne kadar uyuyakaldıklarını sordular. Ne kadar uzun müddet uyumuşlarsa da bunun bir veya iki üç olduğunu sanıyorlardı. Sonra bunun bilgisini de Allah'a havale ettiler. Çünkü onlar mü'min gençlerdi, bütün işlerini, kesin olarak bilmedikleri hususları Allah'a havale ederlerdi.

3.tabloda- ki bu tablo çarçabuk geçivermektedir- gençlerden biri mağaradan ayrılıyor ve ellerinde arta kalan gümüş parayla, ıykularından sonra müthiş açlığı gidermek üzere temiz yiyecekler satın almak için gidiyor: Ama çıkmadan önce, şehrin müşriklere karşı genci uyarmayı da ihmal etmiyorlar. Ta ki, sakladıkları yeri öğrenmesinler ve taşlarla onları öldürmesinler, yahut Allah'a kulluk etmekten onları alıkoymasınlar.

Bu kıssanın bitiminden ve bitimini takip eden uslubtan anlıyoruz ki o şehir halkı, geçmişlerinin şirkinden sonra iman etmişlerdir. Allah, bu şehir halkını dinlerinden dolayı 3 asır önce kaçan bu gençlerle karşılaştırmış ve yiyecek almak üzere çarşıya gelen arkadaşlarından dolayı onları tanımış ve onlara izzet ve ikramda bulunmuşlardır. Sonra Allah mağara ehlini ecelleriyle öldürür. O zaman zatandaşları ölümlerinden sonra onlara değer verme hususunda yarışa girdiler - Uzun tartuşmadan sonra- o yüce hatıralarını ve hayret verici uykularını ebedileştirmek için mezarlarının üzerine bir mabed inşa etmeye karar verdiler.

Bu Qur'ani kıssa- çok garşp olmakla birlikte- kainatta en garip mucize ve olaylardan değildir. Qur'an 3 tablosunu- bütün garip yönleriyle- bu çerçeve dahilinde tasvir etmiştir. O çerçeve ki, ilahi kudret eli ona karıştığı müddetçe bütün olayları basitleşir. Bu düşünceyi pekiştirmek için Qur'an "Yoksa sen ey Muhammed! Mağara ve Rakim [12] ehlini şaşılacak ayetlerimizden mi sandın?" sözüyle bu kıssanın olaylarına zemin hazırlamaktadır. Ayrıca bu sorunun cevabı, bu mağara ehlinin, Allah'ın en garip mucizesi olmadığını ifade etmektedir. Onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. İmanlarıyla şeref duymuşlar ve onunla değer kazanmışlardı. Kavimlerini güçlü bir şekilde Allah'ı birlemeye davet etmişler ve onların Allah'tan başkasına tapmalarına karşı çıkmışlardı. Küfür onları sıkıştırıp zor duruma düşürünce Allah onlara bir sığınak hazırladı. Onlara o mağarayı gösterdi ve orada ecellerini geciktirdi. Uykularını orada uzattı. Allah'ın en büyük mucizelerinden olmasa bile- insanların alışageldiklerinin hilafına- uykularının uzamasını bir mucize kıldı!

Qur'an - bu kıssa  vasıtasıyla- mü'minlerin gaybla ilgili inançlarını tashih etmeye büyük önem veriyor: İnsanların bu kıssanın olaylarını nesil nesil nasıl büyüttüğüne ve kıssanın kahramanlarının sayıları hakkında nasıl karanlığa taş attıklarına işaret ediyor. Mü'minlere, bilmedikleri hususlara dalmamalarını ve bu kıssa hususunda be Ehli Kitap'tan ve ne de başkalarından soru sormamalarını öğütlüyor. Olayın zaman ve mekanını öğrenmelerine ihtiyaçları yoktur. Olay kahramanlarının şahıs, şekil ve sayılarına da gerek yoktur. Mağara'da nasıl korunduklarını bilmek de gerekmiyor. Aksine, Qur'an, bu kıssadan alınacak ibrete yöneliyor. Mü'minlere, alınacak ibreti özetliyor. Onlar için gerekli olan budur. Geçmişte vukubulmuş olup bilmedikleri ve şu anda bilmelerine imkan bulunmayan hususlar  üzerinde durmasınlar. Geleceğe gelince, o da gayb alemindedir. Hiç kimse bu konuda kesin bir şey söyleyemez. Onunla ilgili olarak düşünmek ve tedbir almak en güzel davranıştır: "Herhangi bir şey için, Allah'ın dilemesi dışında -Ben yarın onu yapacağım- deme."

Hz. Musa'nın salih kul ile aralarında geçen kıssaya gelince, bunun gayb işleriyle irtibatı, Kahf kıssasının irtibatından daha güçlüdür: Bu surede arzedilen dört sahne, insanların eşya ve olayların mantıpı diye arzedilen hususa aykırıdır. İhtiva ettiği garip şeylerle rededtme duygularını harekete getirmektedir. Ancak gaybi alanın ani olayları, ayet ve mucizeleriyle arzedildiğinde kabulu kolaylaşır ve çözümünde herhangi bir güçlük çekilmez.

O dört sahneden ilk sahnenin kahramanı Hz. Musa'dır. Ama bu sahne her ne kadar hayret verici hususlar taşıyorsa da, geri kalan üç sahneye nazaran pek o kadar önemli değildir. Bu son 3 sahnenin kahramanı ise, Allah'ın kendi katından kendisine bir rahmet verdiği ve kendisine bir ilim öğrettiği salih bir kuldur.

Birinci sahnede Hz. Musa, yol yıllarca devam etse bile iki denizin birleştiği yere ulaşmaya kararlıdır. Allah onunla salih kul ile karşılaşmasını dilemektedir. Allah, yanındaki genç arkadaşının yemek için hazırladığı balığı ona unutturdu. Belki de o balığı kızartmıştı. Lakin bu bu kızartılmış balık tekrar canlanarak denize daldı ve yoluna devam etti. Hz. Musa'nın beraberindeki genç bu garip işe şaşmıştı. Hz. Musa ise, şaşmamış, aksine balığı unuttukları yerin, salih kul ile karşılaşma yeri olduğunu anlamıştı. Onun için geriye dönüp geldikleri yolu takip ettiler ve nihayet aradıkları kişiyi buldular.

İkinci sahnede Hz. Musa'nın genç arkadaşı gizlenir. Hz. Musa yalnız başına Ledünni ilim sahibi salih kul ile konuşur. Yüce Peygamber pak veliden yolculuğunda onunla beraber olmasını ve onun Ledünni ilminden Allah'ın kendisine perdeyi kaldırdığı bazı gaybi hakikatleri öğrenmek istediğini sormadan ve onları reddetmeden tereddütsüz kabul etmesini; sabredip itaat etmesini şart koşar. Beraber gemiye binerler. Denize açıldıktan sonra kul gemiyi delip batırır. Hz. Musa, dayanamayarak bu yaptığına karşı çıkar. Nasıl olur da bir gemiyi batırır ve gemidekileri helak olmakla karşı karşıya bırakır? İkisi arasında tartışma kızışır. Ama sonunda Hz. Musa o salih kula tekrar soru sormayacağına dair söz verir.

Üçüncü sahnede ikisi yollarına devam ederlerken bir çocukla karşılaşırlar. Salih kul o çocuğu öldürür. Hz. Musa tekrar dayanamaz ve karşı çıkar. Masum bir cana bile bile kasdetmesine itiraz eder. Bu sırada salih kul, garip şeylerle karşılaştığında sabredip soru sormayacağına dair verdiği sözü ona hatırlatır. Hz. Musa, tekrar mazur görülmesini ister ve bir daha salih kuldan bir şey sormamaya azmeder.

Dördüncü sahnede ne bir misafiri konuklayan ve ne de bir açı doyuran cimri bir şehre girerler. Orada yıkılmak üzere bulunan bir duvar görürler. Yabancı adam aç oldukları ve yiyecek aradıkları halde karşılıksız olarak duvarı düzeltir. Bu esrarengiz adama ne oluyor! O cimri kasaba halkından yemek yiyecekleri bir ücret almıyor?

Hz. Musa 3.defa müdahale etmek ve yapılanın açıklamasını istemekle o salih kul ile arkadaşlık fırsatını kaçırmış oldu. Ayrılık zamanı gelmişti. Bu defa da Hz. Musa hayretler içerisinde, salih kulun yaptıklarının sebeplerini dinlemeye başlar.

Gemiyi delmesi aslında geminin selameti ve denizcilikle uğraian fakir kimselerin elinden çıkmaması içindir. Çünkü o sıralarda zalim bir kralları vardı ve o zalim kral, sağlam gemileri sahiplerinin elinden alıyordu. Gemi arızalı olunca, zalim kralın müsaderesinden kutrulmuş oldu.

Şer'an öldürülmesini gerektirecek herhangi bir durum sözkonusu olmadan çocuğu öldürmesine gelince, mü'min olan ana ve babasına acımaktan dolayı idi. Çünkü Allah Teala o salih kula, çocuk büyüdüğü takdirde azgınlık ve küfürden dolayı ana ve babasını öldüreceğini bildirmişti. O çocuğun karakteri küfür üzere idi. Şayet bu kapalı gaybi hakikati o salih kula öğretmemiş olsaydı, ne o ve ne de başkası haksız yere suçsuz bir cana kıyamazdı.

Karşılıksız olarak yıkılmak üzere bulunan duvarı düzeltmesine gelince, o cimri kasaba kalkına bir hizmet değildi. Küöük iki yetim için babaları tarafından duvarın  altına saklanmış hazineyi korumak için bir fırsattı. O yetim çocuklar büyüdükten sonra o hazineyi çıkaracaklardı. Şayet salih kul duvarı düzeltmemiş olsaydı, hazine ortaya çıkacaktı ve kasaba halkı hazineye sahip çıkıp onu iki yetim çocuğa vermeyeceklerdi.

Salih kul bu te'villerle gayb ilmine vakıf olduğunu iddia etmiyor, aksine yaptığının hikmetini Allah'a havale ediyor ve Allah'ın izin vermediği bir işte mutlak aczini itiraf ediyor. Böylece bu salih kul, ledünni gaybi ilim içibn bir sembol olmuştur. O gaybi ilim ki, Allah'ın iradesiyle halktan birinin şahsında ortaya çıkmıştır. Bu şahıs ne bilinen bir Peygamber ve ne de meşhur bir Rasuldür. Qur'an onun kim olduğunu söylememiş ve ismini belirtmemişlerdir.[13]

Belki de 3. kıssa olan Zulkarneyn kıssası - görünürde- Ashabı Kehf ve salik kul ve salih kul kıssalarından daha  az gayb işleriyle ilgilidir.O, Zulkarneyn ismini taşıyan bir adamın 3 seyahatini doğuya, batıya ve orta yere yaptığı seyahatleri tavsif etmekten öteye geçmez. Lakin bu seyahatleri kapsayan kapalı ortam ve kapalılığın Qur'an'ın bir hedefi imiş gibi görünmesi, perde arkasından bir takım gaybi anlamlara işaret etmektedir.. Bu Zulkarneyn denen kişi birinci seyahatinde güneşin battığı yere, ikinci seyahatinde doğduğu yere ulaşmış ve 3. yolculuğunda ise , iki sur arasında kalan bölgeye gitmiştir.

Batıya yaptığı yolculukta güneşin, suyu ve otu bol kara bir balçıkta  battığını buldu. Qur'an bu yerin adını vermemiş ve bilerek öyle kapalı bir şekilde geçmiştir ki, bu kapalılık neredeyse "gaybi" olarak isimlendirilen işlerin gizliliğinden de ötedir.

Doğu yolculuğunda güneşin, kendilerini ondan örtmeyen bir kavim üzerinde doğduğunu buldu. Bu onların çıplak olduklarını ifade edebildiği gibi, kaldıkları bölgenin açık ve güneş doğarken herhangi bir engeli bulunmadan üzerlerine doğduğunu da ifade ediyor olabilir. Qur'an'ın ifadesinde ne o kavmin ismi geçer ve ne de bulundukları yerin ismi.

İki sed arasına olan yolculuğuna gelince, bu yolculukta anlatılanlar, bazen gayb ve esrarı karşısında düşülen heybet ve dehşetten daha dehşetlidir: Kur'an burada belli bir yeri zikrediyor ve onu "iki sed arası" olarak isimlendiriyor. Ayrıca orada yaşayan kavmin ismini de "Ye'cuc ve Me'cuc" olarak isimlendirip onları yer yüzünde fesad çıkarmakla niteliyor. Öyle sanıyoruz ki, bu anlatımda bu çeşit kapalıklar özellikle seçilmiştir. Çünkü Qur'an'ın Zulkarmeyn'den bahsetmesi, büyük fetihler başarmış herhangi bir kimsenin tarih kitaplarında sözkonusu edilmesine benzemez - ve benzemesi de Qur'an'ın şanına layık düşmez.- Bu  3 yolculuk anlatılırken, Allah'a son derece bağlı bir kişiye işaretler vardır. O'nun gücü, şahsi bir güç olmayıp aksine yeryüzünde ona bu kudreti veren Allah'tır. Allah, her hususta ona bir yol musahhar kılmıştır. En güzel tavrı takınması için yol göstermiş, ilham vermiş ya da vahyetmiştir. Öyle ki, güneşin battığı kara balçıklı yere gelince ona şöyle demiştir. Öyle ki, güneşin battığı kara balçıklı yere gelince ona şöyle demiştir: "Ey Zulkarneyn, ( bu kavmi) azaplandırmakta ya da onlara güzel davranmakta serbestsin."

Onun Allah'a olan şiddetli bağlılığı, seddin inşa edilişinde inşa oradaki kavme söylediği: "Rabbimin beni içinde bulundurduğu nimet daha hayırlıdır. Haydi bana yardım edin." sözü ile inşaat işi bittikten sonra söylediği: "Bu Rabbimden bir merhamettir. Fakat Rabbimin va'di gelince, O bunu dümdüz yapar. Rabbimin va'di bir haktır" sözünden anlaşılmaktadır.

Gaybi durumları tedavi etmek ve onları, sırlarla çevreleyen, üzerindeki perdeyi belli bir ölçüde aralayan ve ancak perde arkasında görülmesine izin verene irca' etmek için el-Kehf Suresi'nin bu üç kıssası işte bu şekilde seçilmiştir.

Mekke müşriklerinin Nasr ibnu Haris ile Ukbe ibnu Ebi Muayt'ı, Muhammed'i zor durumda bırakmak için Medine'deki Yahudi alimlerin Kureyş  elçilerine :"Önceki zamanlarda geçmiş yiğit gençleri sorun. Çünkü onların hikayesi gayet acaiptir. Ayrıca o çok seyahat eden ve yerin doğusu ile batısına gidenin haberini sorun." dediklerini ileri süren rivayetleri sahih kabul edersek, bu surede Mü'minlere yönelen Qur'an'i ders ortaya çıkmaktadır. Mü'minleri bilmedikleri hususlarda  karanlığa taş atmaktan ve sonuçsuz münakaşadan sakındırıyor. Kalblerini gayb işlerini bilen Allah'a bağlıyor. Surenin hedef edindiği konu- birinci planda- Allah'ın zatı ve Allah'ın ilmini tevdi edilmiş bulunan gayb işleri hakkındaki inancı sağlıklı bir şekilde kurmaktır.

Surenin geri kalan kısmının bazı bölümlerinde yer yer geçişlerle, maddi değerleri küçümseyen sözler geçmekte [14], dünyanın faniliği ve çarçabuk gelip geçeceği anlatılmakta, sabah-akşam Rablerine dua edenlerle beraber olmaya davet edilmekte ve gerçek ierefin iman ve takva ile olacağı ifade edilmektedir. Kafirler, Rableriyle, karşılaştıklarında  amelleri boşa gidenler olduğu hatırlatılmaktadır. Hiç şüphesiz sure oralarında bu gibi sözlerin serpiştirilmesi, daha önce sözkonusu ettiğimiz surenin ona hedefi olan akıdenin kurulması konusuna da uygundur. Akide kurulurken, eşuanın değeri ile hayat ölçülerine bakış açısının tashihi de kaçınılmazdır.

77.014/İbrâhim:

Bize öyle geliyor ki, yukarıda geçen Mekki surelerin ve özellikle 2. merhalenin sonlarında gördüğümüz hakikatlere benzer hakikatlerin tekrarıyla karşı karşıya geliyoruz. Gözlerimiz, yine yukarda geçen sahnenin gölgesi mesabesinde olan sahnelerin  tekrarını müşahade ediyor: İbrahim Suresi' nin tedai ettiği hakikatlerin en bariz olanları, Peygamberlerin kendisine davet ettikleri davanın bir oluşu, Allah'ın her türlü ortaktan tenzihi, Müşriklere ölümden sonra dirilişin ve hesap gününün hatırlatılması ve insanoğlunun inkar ettiği Allah nimetlerinin arzadilişidir.

İbrahim Suresi'nin çizdiği tabloların en bariz olanları ise, Peygamberleri yalanlayan muannidlerin tutumları, kötülerin cehennemdeki durumları ve gözlerinin önünde serili olan güzel kainat sayfalarını görmezlikten gelen zalim ve münkir insanların susturulup azarlanmalarıdır.

Bu bakış açısı sathi bir geçiştirme olup ancak her surenin yöneldiği özel aydınlatmalardan ve Qur'an'i her yeni bölümün kalblere saçtığı özel mesajlardan gafil olarak Qur'an'ı okuyan, onunla yetinebilir.

Belki de bu surenin en önemli vasıflarından biri, bütün bölümlerinde, adını taşıdığı İbrahim'in şahsiyetini de dile getirmesidir. O'nun o yüce daveti arasında bütün nesillerde mesaj birliği ortaya çıkmış, köklü imanın gölgelerinde Tevhid düşüncesi yeşermiş, ve Allah'a bağlı kalbinin çerçevesinde güzel kainatın levhaları çizilmiş, daha sonra da şükür ve inkar tutumları tasvir edilmiştir.

Unutmayalım ki, İbrahim, surenin ortalarında Allah'ın sayısız nimetlerinden bahsedilirken zikredilmiştir. Surede çizilen portresi çok sabırlı ve çok şükredene müşahhas bir numune ortaya koymuştur. O örnek şahsiyet ki, daima Allah'a yalvarır ve sabah-akşam onu tesbih eder. Lakin bu portre anlatımının tamamına hakim bir karakter olup surenin her bölümünde brahim el-Halil'den bir gölge bırakmıştır.

Sure'nin henüz başlangıcında Hz. Musa'dan bahsedilmiş ardından Hz. Nuh'un kavmiyle Ad ve Semud kavimleri zikredilmiştir. Ancak bu büyük ilimler - onlara bağlı bazı olayların anlatılması için bir geçiş olmakla birlikte- surenin temel hedefi üzerinde herhangi bir yönlendiröeleri, ancak Hz. İbrahim'in kendisine davet ettiğ mesajın bütün Peygamberlerin davet ettiği mesajın aynısı olduğuna işaret olmasından ibarettir. Ayetler Hz. Musa'dan, onun kavmini karanlıklardan nura kavuşturmasından ve Hz. Musa'nın kavmine, Fir'avun ve etbaından onları kurtardığını hatırlatmasından bahsedince bu sebeble bahsetmektedir. Onun için anlatım Hz. Nuh Ad ve Semud'un dili ğzere ve onun bir olan Allah'a inanma gerçeğinin hakikatine intikal etmektedir.

Çeşitli zamanlarda ve müteaddid yerlerde gelen Peygamberlerin hepsi aynı inanç kaidelerini savunmuşlardır. Bu kuralların gerçekleri, kalb ve basiret sahiplerince bilinen bir vakıadır. O seçkin Peygamberlerden her biri, bir beşer olduğunu ısrarla söylüyor ve muannid kavimlerine şöyle diyordu:" Biz ancak sizin gibi birer insanız ama, Allah, kullarından dilediğine iyilikte bulunur. "O Peygamberlerden her biri, kavmi arasında azgınlıklara karşı göğüs geriyor, eziyetlere sabrediyor ve Allah'a tevekkül ediyordu. Sanki onlardan herbiri, ataları İbrahim'in mükerrer bir sureti idi. Ona tabi oluyor ve onun izinden gidiyordu.

Sonra büyük kainat kitabından, yukarıdan dökülen yağmur, yerden biten meyveler, denizlerde yüzen gemiler, nehirlerde gizli olan nimetler, parlak ışığıyla güneş ve nuruyla karanlığı yaran ay hali ile ilgili parlak sayfalar çeviriliyor. Bu sayfaların her birinde Peygamberler'in atası İbrahim'i, bu sayfaları düşüne düşüne okuduğunu ve huşu içerisinde ibadet ettiğini görüyoruz. Sanki her bir lisan Allah'a hamd ile kıpırdadığında onun o yakarıcı duası tekerrür ediyor! Böylece güzel kainat tabloları onun tevbekar kalbinin çevresinde çizilmiştir.

Allah bu surede "dostunun" gölgesini bütün bu tabloların üzerine uzatmak istiyor. kendisinden Belde-Haram'ın emniyetli kılınmasını istediği ve kendisiyle evlatlarını putlara tapmaktan uzak tutmasını dileyip dua ettiği zaman huşu içerisinde yapılan bu duasını gökte kendisine yükselir olduğu halde tasvir ediyor. Hz. İbrahim bu duasında yine, kendisine tabi olanların, Allah'ın rızasına kavuşacaklarını umuyor ve doğru yoldan ayrılanların azablandırılması hususunda acele etmiyor. Yaşlandığı sıralarda İsmail ve İshak'ı ona bağışladığından dolayı Allah'a şükrediyor. Duasını içten bir yakarışla  son verirken şöyle diyor: "Rabbimiz! Hesap görülecek günde beni, anamı, babamı ve inananları bağışla."

Çizilen bu portre karşısında başka bir örnek, kainatın kitabını münkir bir dil ile okuyan, kainatın güzel ufuklarına bitkin ve yorgun bir gözle bakan nankör kafir insanın portresini çiziyor. Bu nankör kafir, Allah'ın gökte ve yerde, karayı ve denizi, güneş ve atı, yıldız ve ağaçları, gece ve gündüzü kendisine musahhar kılmış olmasına aldırış etmiyor. Qur'an, bu ve benzerlerine, kalbleri titreten ve vicdanı sızlatan azar şamarlarını vurarak şöyle buyuruyor: "O, size istediğiniz şeylerin hepsinden verdi. Eğer Allah'ın nimetlerini birer birer saymak isterseniz bitiremezsiniz. Doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür."

Nebevi şahsiyet anlatılırken akıde esaslarının ve bazı talimatın da dile getirildiği İbrahim, Mekke'de bilinmeyen bilinmeyen değildi. Medine yahudilerin hepsi onu takdis ediyordu. Ayrıca haberleri, her nerede bulunurlarsa hristiyanlar tarafından da biliniyordu. Onun kalblerinde öyle bir yeri vardı ki, diğer Peygamberler ona gıbta ediyorlardı. Hz. İbrahim'in  şahsiyetinin çevresinden Tevhid akıdesine ve Peygamberlerin davetine ışık tutulması, bu sureye öyle bir çeşni katmıştır ki, hem Mekke ehlinin ve hem de Tevhid ehlinin dikkatlerini çekmiş ve Allah'ın dinine girmek için Haniflerin önüne iman kapısını ardına kadar açmıştır. Mekki vahyin sonlarında bu, Hz. İbrahim'i yücelten ilk Medeni sureler için de bir mukaddime olmuştur. Bu özel aydınlatmalatıyla  İbrahim Suresi Tevhid süresinin arzedilişinde yegane bir model olmuştur.

es-Saffat ve el-Kehf surelerinden sonra bu sureyi tahlil etmekle, Mekke'deki vahyin sonunu da gözden geçirmiş olduk ve yeni bir ortam duymaya başladık. Bu yeni ortam, Mekki 3. merhaleyi, uzun sureleri ile Mekki vahiyle Medeni vahiy arasında bir geçiş merhalesi kılıyor. Belki de - bu geçiş merhalesinde- müfessirlerin Medeni olduklarını zannettikleri ve onları Mekki surelerden istisna ettikleri pek çok ayet ve bölüm üzerinde durduk. Müfessirlerin bu ayetleri Medeni vahiy ile karıştırmaları, zaman faktörünü göz önünde bulundurmayıp bunların bir geçiş merhalesine ait olduklarını hesaplayamamalarından ileri gelmektedir.

Son Mekki merhalenin sureleri, hem kendilerinin ve hem de ayetlerinin uzunluğu bakımından diğer Mekki surelere nazaran bir farklılık arzetmektedir. Ayrıca bu surelerin bir kısmı Hurufi Mukattaa ile başlamakta, hitaplar yalnız Mekke ehline değil, bütün insanlığa yönelmekte, Medine'de açıklanacak farzlarla görevlere hazırlık olsun diye Allah'a ve Rasulune itaat hatırlatılmakta, cenneti elde etmek ve cehennemden kurtulmak için ihsana ve salih amellere çağrıda bulunulmakta ve Allah'ın zat ve sıfatlarını, Meleklere cinleri, Peygamberlerle Allah'ın velileri ve mucizelerle kerametleri ilgilendiren gaybi meseleler açıklanmakta, hidayetle sapıklığın, insanın hürriyet ve ihtiyari çerçevesinde tasarruflarının yanında İlah'ın iradesine bağlı olduğu anlatılmakta, Peygamberlerin ve özellikle Hz. İbrahim gibi önderlerin kıssaları serdedilmekte ve yeni bir uslup ile Tevhid akıdesi tasvir edilmektedir.

Mekki surelerin 3 merhalesi uzunca anlatıldı. Onlar üzerinde uzun uzadıya durma maksadı açıktır: Vahyin önce gelenini ve sonra gelenini tesbit etmek için Qur'an'ın tavırlarını tesbit etmek, bir gurup sure ve ayetlerin indiği zaman dilimini tesbit etmeye yarayan açık alametleri ortaya koymaktır. Az önce Mekki merhaleleri, özellikle vahyin başlangıcındakileri kesin olarak tasvir etmenin güçlüğünden ve Medeni merhaleleri, vahyden son anda inene kadar hepsini tayin ve tesbit etmenin kolaylığına işaret etmiş ve bunun sebebinin, Medine döneminde İslam'ın yayılması, yazı ve yazılanların çoğatılma imkanlarının kolaylaşması olduğunu belirtilmişti.

Siret'in Mekke Dönem'i[15]

A.Müşrik Araplar'ın Dâwet'e Karşı Konum'u

1.İlk Adımlar

01        096/el-Alaq       6-19

02        068/el-Qalem    51-52,34-36

02        068/el-Qalem    5-16,48-50,35-41,46

03        074/el-Müddessir 11-25,31,39-42,49-52

04        073/el-Müzzemmil  10-11

06        111/el-Mesed    1-5

07        081/et-Tekvir     1-14

08        087/el-A'la        16-17

09        092/el-Leyl        5-21,

10        089/el-Fecr       17-20,27-30

14        103/el-Asr         1-3

26        080/Abese        1-10,11-12

38        090/el-Beled     11-16

50        026/eş-Şuara    214

58        015/el-Hicr        94-95

59        006/el-En'am     51-53

62        034/es-Sebe     7-8,43

73        018/el-Kehf       28-29

2.Rasûl ve Mekke Liderler'i

13        022/el-Hac        72

34        104/el-Hümeze  1-8

41        038/Sad           4-8

42        007/el-A'raf       28

44        036/YaSin         10

45        025/el-Furqan    31,41, 43-44

46        035/el-Fatır       42-43

52        028/el-Qasas    57

59        006/el-En'am     33-36,112,148, 93-94

61        031/Lukman      21

62        034/es-Sebe     31-35, 43, 35-38

65        040/el-Mü'min   47

67        043/ez-Zuhruf    31, 22-33

73        018/el-Kehf       54-56,45-46

74        016/en-Nahl      24-25, 35

76        014/İbrahim       21

77        021/el-Enbiya    3,36

78        023/el-Mü'minun 101-103

1          2/el-Baqara       166-167

2          8/el-Enfal          26

4          33/el-Ahzab      66-67

3.Qur'ân'ın, Mekke Liderleri'yle Mücâdele'si

01        096/el-Alaq       6-16

02        068/el-Qalem    10-16

04        073/el-Müddessir 11-19,49-52

06        111/el-Mesed    1-5

34        104/el-Hümeze  1-8

40        054/el-Qamer    43-51

41        038/Sad           6-16

44        036/YaSin         7-10

45        035/Furqan       3-9

52        028/el-Qasas    55

59        006/el-En'am     123-124

60        037/es-Saffat    4-39

61        031/Luqman      6-7

62        034/es-Sebe     7-8,29-31,35-37,43-49

63        039/ez-Zümer    36-40

67        043/el-Zuhruf    30-32

69        045/el-Casiye    7-11,23-27

74        016/en-Nahl      22-25

76        014/İbrahim       2-3,44-47

77        021/el-Enbiya    1-8,36-41

78        023/el-Mü'minun54-56,63-70

88        030/Rum           58-60

89        029/el-Ankebut  52-55

90        083/el-Mutaffifin 29-36

4.Müşrik Liderler'den Katı Davrananlar:

13        022/el-Hac        3-4,8-9,71-74

45        025/el-Furqan    31

59        006/el-En'am     112

2          008/el-Enfal      30-32

5.Azgınlar'a Gönderilen Azap:

68        044/ed-Duhan   10-16

74        016/en-Nahl      112-113

78        023/el-Mü'minun 75-77

79        032/es-Secde   21

6.Müşrik Liderler'den Ölçülü Davrananlar:

02        068/el-Qalem    8-9

05        060/el-Mümtehine 8-9

07        081/et-Tekwir    15-29

13        022/el-Hac        52-54

20        109/el-Kâfirun   1-6

26        080/Abese        1-12

45        025/el-Furqan    56-57

52        028/el-Qasas    56,57

53        017/el-İsra         73-75,85-88

54        010/Yunus        15-18

57        013/er-Ra'd       31

59        006/el-En'am     109,111

59        006/el-En'am     52-53

62        034/Sebe          24-26,46-50,33

67        043/ez-Zuhruf    16-22,57-59,45,63-65

73        018/el-Kehf       28-30

7.Genel Bir Değerlendirme

8.Qur'an'ın Müşrik Arap Kültürü'nü Eleştiri'si

25        053/en-Necm    19-23,27-28

42        007/el-A'raf       191-198

45        035/el-Fatır       3,5-6,13-17,40

51        027/en-Neml     59-68

54        010/Yunus        104-105,108,59-60

59        006/el-En'am     161-165,136-139,143-153,154-157

60        037/es-Saffat    149-157

61        031/Luqman      20-21

74        016/en-Nahl      115-118

78        023/el-Mü'minun81-89

9.Müslümanlar'la Kâfirler Arasındaki İlişkiler

44        036/YaSin         47

47        019/Meryem      73

59        006/el-En'am     68-69,108,121

70        046/el-Ahqaf     11

89        029/el-Ankebut  12

B.Kâfirler'in Rasûl'e Başkaldırmaları

Kâfirler'in Rasûl'e Karşı Çıkışları ve Mucize İstekler'i

06        081/et-Tekwir    1-3

21        048/el-Feth       27

33        75/el-Qıyamet   7-10

40        054/el-Qamer    1-5

42        007/el-A'raf       203

45        025/el-Furqan    20,4-5,32

45        025/el-Furqan    7-8

48        020/TaHa          133

50        026/eş-Şuara    197,198-199

52        028/el-Qasas    48,49,50

53        017/el-İsra         1,90-93,3 8, 60, 59

54        010/Yunus        15,38

55        011/Hud           12,13,14

56        012/Yusuf         109

58        015/el-Hicr        6-7,14-15

59        006/el-En'am     7,35

65        041/el-Fussilet  41-44

70        046/el-Ahkaf     9

77        021/el-Enbiya    5,7-8

80        052/et-Tur         33-34

81        067/el-Mülk       25-26

89        029/el-Ankebut  50-51,53-54

1          002/el-Baqara   23-24

2          008/el-Enfal      31,9-12

4          033/el-Ahzab     9

6          004/en-Nisa      82

C.Baskılar, İşkenceler ve Hicret

1.Baskı ve İşkenceler

029       085/el-Buruc     1-9,10-14

2.Habeşistan'a Hicret

74        016/en-Nahl      41-42

67        043/ez-Zuhruf    10

88        030/er-Rum       1-6

3.İlk İrtidat Olayları

13        022/el-Hac        11-15

53        017/el-İsra         23

59        006/el-En'am     151

61        031/Luqman      14-15

74        016/en-Nahl      110,106-109,98-105,91-97

89        029/en-Ankebut 69,1-7,8-9,10-11,12-13

4.Yoğunlaşan Baskılar ve Yesrib'e Hicret

13        022/el-Hac        58-59,52-54,38-41,25,72

25        053/en-Necm    91-93

39        086/et-Tarıq      11-17

45        025/el-Furqan    41

53        017/el-İsra         76

58        015/el-Hicr        94-95

60        037/es-Saffat    171-179

63        039/ez-Zümer    10

64        040/el-Mü'min   51-52

67        043/ez-Zuhruf    41-42

70        046/el-Ahqaf     29-32

74        016/en-Nahl      41

76        014/İbrahim       2-3,42,46-47

77        021/el-Enbiya    36

80        052/et-Tur         30-31

88        030/er-Rum       60

89        029/el-Ankebut  56-60

2          08/el-Enfal        26,30,39,34

3          03/Ali İmran      195

1          02/el-Baqara     190-195,216-217,196

5          60/Mümtehine   1-2

23        9/et-Tevbe        13-15,40

11        059/el-Haşr       8

5.Hicret Etmeye Güç Yetiremeyenler

42        007/el-A'raf       31-33

53        017/el-İsra         23-40

57        013/er-Ra'd       19-26

59        006/el-En'am     108

59        006/el-En'am     150-153

66        042/eş-Şura      36-43

69        045/el-Casiye    14

74        016/en-Nahl      125-128

6          4/en-Nisa          75,97-100,77

5          60/el-Mümtehine 10-11

21        048/el-Feth       25-26

D.Dâwet'in Getirdiği Sıkıntılar

Sıkıntıların Nedeni

12        94/İnşirâh

44        036/YaSin         76

46        035/el-Fatır       8

48        020/TaHa          1-3

50        026/eş-Şuara    1-6

51        027/en-Neml     70, 70-81

52        028/el-Qasas    56

55        011/Hud           12

56        010/Yunus        65, 99

58        015/el-Hicr        97

72        88/el-Gaşiye     21-22

74        016/en-Nahl      127,37

77        006/el-En'am     33, 35-36,107

79        018/el-Kehf       6-7

Sabır Tawsiye'si

02        068/el-Qalem    48-50

37        050/Qaf            39

47        019/Meryem      73

48        020/TaHa          131-132

50        026/eş-Şuara    214-216

52        028/el-Qasas    85-88

53        017/el-İsra         73-75

54        010/Yunus        108-109,38

58        015/el-Hicr        87-88

59        006/el-En'am     52-53

62        034/Sebe'         35

64        040/el-Mü'min   55

67        043/ez-Zuhruf    31

70        046/el-Ahqaf     35

73        018/el-Kehf       28-30

78        023/el-Mü'minun 55-56

80        052/et-Tur         48

88        030/er-Rum       60

E.Mekke Dönemi Müslümanları'na Toplu Bir Bakış

1.Mekke'de Müslümanlar'ın Sosyal Yapı'sı

35        076/el-İnsan      7-10

41        038/Sad           62-63

42        007/el-A'raf       157

45        025/el-Furqan    63-76

46        035/el-Fatır       29,32

49        056/el-Vaqıa     7-14,36-40, 88-91

50        423/eş-Şura      36-41

51        027/en-Neml     2-3

52        028/el-Qasas    54

54        010/Yunus        62-64

57        013/er-Ra'd       19-2

57        013/er-Ra'd       22

59        006/el-En'am     108, 52

59        006/el-En'am     52

63        039/ez-Zümer    18,23

65        041/el-Fussilet  30-33

69        045/el-Casiye    14

71        051/ez-Zariyat   15-19

73        018/el-Kehf       28

74        016/en-Nahl      126

74        016/en-Nahl      41-42

78        023/el-Mü'minun 1-1057-61

79        032/es-Secde   16

83        070/el-Mearic    22-24

06        004/en-Nisa      77

2.İmân Etmeyen Araplar'la İlişkiler

70        046/el-Ahkaf     17

89        29/el-Ankebut   1-6,10-11

15        058/el-Mücadile 22

23        009/et-Tevbe     23

13        22/el-Hac          11-16

EHL-İ KİTAP

A.Mekke Dönemi'nde Ehl-i Kitap

1.Qur'ân'da Ehli Kitap

03        074/el-Müddessir 31

08        087/el-A'la        18-19

42        007/el-A'raf       156-157

46        035/el-Fatır       31-32

48        020/TaHa          133

50        026/eş-Şuara    197

54        010/Yunus        37,94

56        012/Yusuf         111

59        06/el-En'am      92, 20,114, 84-90,

64        040/el-Mü'min   53-54

66        042/eş-Şura      13

70        046/el-Ahkaf     12

77        021/el-Enbiya    92

2.Ehl-i Kitab'ın Qur'ân'a Bakış'ı

42        007/el-A'raf       157

52        028/el-Qasas    52-55

53        017/el-İsra         107-109

57        013/er-Ra'd       36

70        026/el-Ahkaf     10

89        029/el-Ankebut  47,46

3.Ehl-i Kitab'ın İhtilaflar'ı

42        007/el-Araf        157-158

47        019/Meryem      34-36

50        042/eş-Şura      13-14

51        027/en-Neml     76-78

55        011/Hud           110

65        041/el-Fussilet  45

67        043/ez-Zuhruf    63-65

69        045/el-Casiye    16-17

79        032/es-Secde   23-25

4.İhtilaflarına Qur'ân'ın Gösterdiği Çözüm

47        019/Meryem      1-37

59        021/el-Enbiya    91

67        043/ez-Zuhruf    57-65

78        023/Mü'minun   50

1

Bibliyografya:

-Blachére/ Trad.

-Buhl'un İslam Ansiklopedisi

-Caetani/ Annalı dell' islam, s.231

-Derveze,İzzet /Asru'n-Nebi Kitabının Mekke Dönemi Fihristi:

-es-Salih,Subhi/ Qur'an İlimleri, Mekki-Medeni Bölümü

-et-Taberi  37/es-Saffat 5 ayeti , Tin Suresi

-Horovits/ Koranische Untersuchengen s.68

-Wensinck' /İslam Ansiklopedisi,Hızı Maddesi

[1]              es-Salih,Subhi/ Qur'an İlimleri, Mekki-Medeni Bölümü

[2]              Burada okumaktan maksat, Allah'tan gelen bir ilham ile Peygamber'in, vahyin getirdiğini okumasıdır. Yoksa, bir kitaptan okuma şeklinde değildir. Çünkü Peygamber ümmi idi. Onun için Cebrail'e: "Okuyucu değilim" karşılığını vermiştir. Bu konuda Buhl'un İslam Ansiklopedisi'nde yazdığı makaleye katılır  es-Salih.

[3]              Henüz erken dönemlerde; Mekke'nin ilk merhalesinde ayet İslam davasının genel ve alemşumul bir dava olduğunu belirtiyor. "O, alemlere bir öğüttür" ayetinin zikrettiğimiz İslam davasının alemşumulluğundan başka bir izahı yoktur. Yine alemşumulluk konusunda Yahudiler'in etkisi olduğu zannının da tutarlı bir tarafı yoktur. Çünkü bu surenin Mekki oluşunda alimler ittifak halindedir. Hatta Mekke'nin ilk merhalesinde indiği kesindir. Müsteştiklerin kendileri bile burada adetleri olan jurnalciliğe fırsat bulamamış hepsi bu sureyi Mekkilerin ilk merhalesi içerisinde  zikretmişlerdir. Ama yine de bazıları, Acaba bu kelime Fransızca'daki "monde" kelimesinin karşılığı olamaz mı? şeklinde soru sormaktan geri kalmıyor. Yine de bu ayetin İslami ufukların genişliğini açıklamada büyük bir değere sahip olduğunu itiraf etmek mecburiyetini hissediyorlar (Blachére/ Trad.)

[4]              Burada sözün gelişinden İslam davasının henüz Mekki merhalenin başlangıcında alemşumul ve akıdenin de, semavi dinlerin akıdelerinin aynı olduğu anlaşılıyor. Ayrıca burada İbrahim ile Musa'nın sahifelerinden bahsedilmektedir. Qur'an, Yahudiler'in Peygamber'i  Musa'nın sahifeleri'nden bahsetmek için Peygamber'in Medine'ye hicret edip Yahudiler'le karşılaşmasını beklememiş, aksıne davanın alemşumulluğunu ve akıdenin birliğini pekiştirmek için daha Mekke'de Musa ile  İbrahim'den bahsetmiştir. (Bak: Horovits/ Koranische Untersuchengen s.68)

[5]              Burada da Cebrail en bariz vasıflarıyla zikredilmiş ama ismiyle anılmamıştır. Musemma, isme ihtiyaç bırakmamıştır. Yaratılış şekli, zatının özünün yerine kaim olmuştur. Nitekim Tekasür Suresi'nde de aynı yol takip edilmiş, orada da gayb hakikatlerinin anlatımında tedrici bir yol izlenmiştir.

[6]              Okuyucu Caetani'nin, Müslüman müfessirlerin bu sure hakkında dini ve sembolik anlam taşıyan tefsirlerine karşı çıkarak ve hiçbir delile dayanmadan bu yerin Mekke'ye yakın ve "Sidretu'l-Munteha" ismini taşıyan bir yer olduğunda ısrar ettiğini gördüğü zaman hayret eder. (Caetani/ Annalı dell' islam, s.231)

[7]              Qur'an'ın inceliklerindendir ki - çeşitli yerlerde- Melekleri cemi müennes salimin vasfedildiği gibi vasfetmesidir. Bunu bu surenin ilk ayeti olan "Vessaffati saffan" ayetinde, Murselat Suresi'nin ilk ayetlerinde müşahade ediyoruz. Müfessirler müenneslik emarelerini, sıfatları bu olan meleklerden bazı gurubları kasdetmekle izah etmişlerdir. Aslında bu izahları uzak değildir. Arap dilinde bunun pek çok benzerleri vardır. Lakin bize öyle geliyor ki, Qur'an onların zikrettikleri sebebten daha derin bir sırrı gözetmiştir. O Arap mitolojisinin melekleri dişi saymasının saçmalığına kesinlikle inanmaktadır. Bu düşüncenin özüne ve temeline saldırıp onu iptal ettikten sonra artık melekler için müennes lafız mı kullanmış yoksa müzekker lafız mı kullanmış bu bir şeyi değiştirmez. Ayrıca Qur'an meleklerin müennesliğini kesinlikle reddetmişse bu, onların müzekker olduğunu ileri sürmüş olması anlamına gelmez. Çünkü melekler gayb alemindedir ve bu konuda Qur'an'da yahut Masum'un dili üzere bir açıklama yoksa bizi sorumlu tutmamıştır: Dişi melekler, erkek midirler? Bu sorular üzerinde durmalıyız. Aksine, Allah'a itaat hususunda bazı vazifelerini zikrederken bazen onları müenneslik alametleriyle bazen de müzekkerlik emareleriyle zikretmiştir. Nitekim Allah huzurunda saf halinde dizilmelerini bu surenin baiında "es-Saffatu saffan" ifadesiyle cemi müennes salim olarak, ayni surenin sonlarında da  meleklerin dili üzere "ve inne le nahnu's-safun" denilmiştir ki, cemi müzekker sigası kullanılmıştır. Ayrıca meleklerin müzekker lafzıyla kullanılması daha çoktur. Mesela " Ves-scud el melaiketu kuuluhum ecmain" "Qalu etec-al fiha min yefsidu fiha ve ve yesfiku'd-dimai"

[8]              Mübarek meyvelerle incir ve Zeytin'e işaret edilmektedir. Özellikle onlardan maksat yetiştikleri yer olan Şam civarındaki Tin Dağı ile Beytu'l- Maktis'deki Zeytun dağına işaret ise, Mukaddes mekanlardan maksat da, Sina Dağı ve emin belde olan Mekke'dir. Tin ve Zeytun hakkındaki ihtilaf meşhurdur. Ancak onlar hakkında kabul edeceğimiz, et-Taberi'nin kabul ettiği şu görüştür: "Bizce bu konuda doğru görüş şudur: Tin, yenen incirdir. Zeytun ise, kendisinden yağ çıkarılan Zeytin'dir. Çünkü Arapların bu kelimelerden anladıkları budur. Ne Tin diye isimlendirilen bir dağ vardır ve ne de Zeytun diye isimlendirilen bir dağ vardır. Ancak biri çıkıp; Rabbımız incir ve zeytine yemin etmiş ve buradaki yeminden maksat incir ve zeytinin yetiştiği yerlerdir" derse o başka.

[9]              O halde ilk merhale ile orta merhale arasındaki fark, orta merhalede delillerin tafsilatlı bir şekilde sıralanmasıdır. Allah'ın tevhidi, vahiy, kıyamet ve ölümden sonra diriliş ve ceza yahut mükafat, bütün bunlar vahyin başlangıcında da söz konusu edilmiş lakin tafsilatına girilmemiştir. O halde maksat, düşünmeyi tahrik ve tevhid akıdesine dikkatleri çekmektir. Ta ki müşrikler bu konuda mukaddime olabilecek şeyler öğrensinler ve Qur'an ondan sonra delillerle bunları isbatlasın.

[10]            et-Taberi  37/es-Saffat 5 ayeti vesilesi ile şöyle der:" Doğuların Rabbı" sözünden maksat; Allah'ın kış ve yaz aylarında güneşin doğuş ve batış yerlerini ve bunlar neticesinde doğan faydaları düzenlemesidir. Ayette Batıların zikredilmemesi, sözün gelişinden anlaşılmalarından dolayıdır.

[11]            Ashabı Kehf kıssası  , beynelmilel bir kıssadır. Hristiyanlık hikayeleriyle onu tanır. Moğol  ülkesinin çeşitli bölgelerine kadar yayılması takdir edilmiştir. Miladi 5. asırda yazılan ve bu kıssayı anlatan Hristiyan rivayete göre bu gençlerin sayısı 7 olup 2 asır boyunca mağarada uyuya kalmışlardır. Uyumaya başlaması İmparator Dakyamus (249-251) zamanında başlamış ve Miladi 596 yılından sonra Teodisyus zamanında uyanmışlardır.

[12]            Tefsire Ehli Rakim'den maksadın ne olduğu hususunda ihtilaf ettiler. Bazılarına göre, bir kasaba veya vadinin ismidir. Bazılarına göre, Ashabı Kehf'in dağıdır. Başkalarına göre ise, Ashabı Kehf'in kıssasının yazıldığı sonra da mağaranın kapısına konduğu taştan kitabedir. et-Taberi son görüşü doğru bulur.

[13]            Lakin Müfessierler ismini susarak geçiştirmemiş ve ona "Hızır" ismini vermişlerdir. Bu isimlendirme, insanların nesilden nesile aktardığı ve olaylarını gittikçe büyüttüğü hikayelere dayanarak verilmiştir. Halk arasında Hızır kıssasının nasıl büyütüldüğü ile ilgili Wensinck'in güzel bir araştırması  vardır: İslam Ansiklopedisi)

[14]            İki adamdan ve iki bahçeden sözeden ve iki bahçeden sözeden ayetler bunu gayet beliğ bir uslubla tasvir etmektir. İnanmış fakir kişi iki bahçe sahibi mağdur kişiye diyor: "Malca ve evlatca beni kendinden aşağı görüyorsun. Rabbımın bana senin bağından daha hayırlısını vermesi, (seninkinin)  üstüne ise, gökten yıldırımlar göndererek (bağının) kaypak (yalçın) bir  toprak haline gelmesi, beklenen birşeydir" Nihayet o mağrurun bol meyve veren bahçesi bozulmuş, çardakları yere çökmüştür.

[15]            Derveze,İzzet /Asru'n-Nebi Kitabının Mekke Dönemi Fihristi:

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ

096_1.jpg

Ulûm el-Hikme Okulu

uho2.jpg
Copyright 2011 02- MekkîWahy - Ulum el-Hikme Okulu. Karanlık içinde yakılan sönmeyen ışığın aydınlığında, Taqwa üzere imar edilen Umran’ı hedeflemektedir.
http://www.eskortkizlarankara.com/
Joomla Templates by Wordpress themes free